![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Dualist yapı, Sezer'i zorlayacak!.En eski filozoflar da, insan doğasındaki, birbirine ters öğelerin bir arada bulunduğu "ikili yapı"yı (dualizm) fark etmiş. Mesela Eflatun, (M.Ö.428-348) "insanda vücut ve ruh, iyi ve kötü birarada, aynı anda yaşar" demiş. (Platonik dualizm) Modern meta-fiziğin başlatıcısı olan Descartes'in (1596-1650) takipçileri olan "Kartezyen"ler de, gerçeği aramak için, bir bütün içinde bulunan, birbirleri ile uzlaşmaz iki öğeyi saptamak gerektiğine inanmışlar. Bireylerin de, kurumların da, dualist (ikili) yapı üzerinde oluştukları varsayımı, bu felsefenin ana çizgisi olmuş. (Cartesian dualizm) Bu dualizm (ikili yapı), "devlet" dediğimiz kurumlar için de söz konusu.. Daha önce, İran ve Türkiye'yi, bu açıdan karşılaştırmıştık bu sütunlarda.. Örneğin İran'da, hem kaynağını halktan alan "seçilmiş bir iktidar", hem de kaynağını dinden alan "molların iktidarı" bir aradalar. Bizde Türkiye'de de, böyle bir dualizm yok mu? Bir tarafta egemenliğin kaynağını ulus olarak gören seçilmiş bir iktidar ve yasama organı olan TBMM var.. Hem de, devlet ve "resmi ideoloji" adına, seçilmişlerin alanında da yetki sahibi olan, Milli Güvenlik Kurulu var.. Yeni cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Çankaya'daki konumu da, bu dualist yapı üzerinde kurulu olacak.. Nitekim, Sezer'in Anayasa Mahkemesi'nin yıldönümlerinde yaptığı konuşmaların içeriği ile "hukukun üstünlüğü" kavramı, Sezer'in seçilmesi sonrasında, toplumda fırtına şiddetinde esmeye başlamıştı.. Derken Sezer, seçilmesi ertesindeki ilk demecinde, "resmi ideoloji"nin klişeleşmiş kavramlarını kullandı.. "İlke ve inkılaplar", "laik cumhuriyet" gibi kavramlar seslendirdi.. Bir anda, bazı kesimlerde, "acaba yanıldık mı" diye düşünenler oldu.. Oysa hepimiz, Sezer'in "Liberal Demokrasi Derneği Başkanlığı"na değil, T.C. Cumhurbaşkanlığına seçildiğini biliyoruz. Sayın Sezer bu göreve başlamak için de, Anayasa'nın 103'üncü maddesindeki "Cumhurbaşkanı Andı"nı tekrarlayacak.. Sezer'in ilk demeci, bu yeminin bir provası gibiydi.. Ama neticede anayasalar da insan yapımıdır.. Çok kısa süre içinde yapılıp, kabul edilmiş iki anayasayı alın, birbirine zıt nice unsurlar bulursunuz.. Örneğin 1961 Anayasasında, "Cumhurbaşkanı, TBMM üyeleri arasından seçilir" deniliyordu.. 1961 Anayasasının 95'inci maddesinin gerekçesinde de, şöyle denilmişti: - Cumhurbaşkanı'nın TBMM üyeleri arasından seçilmesi, bu seçime, demagojik cereyanların, polemiklerin karışmasını önler.. Şimdiki 1982 Anayasanın 101'inci maddesine göre ise, Cumhurbaşkanı TBMM'nin içinden ve dışından seçilebilir. Neticede Sezer, "dışarıdan" seçildi. Bu maddenin gerekçesinde ise, özetle şöyle deniliyor: - Cumhurbaşkanı Devletin Başı olduğu için, dışarıdan da seçilebilir. Nasıl her vatandaş milletvekili adayı olabilirse, her vatandaş cumhurbaşkanı adayı da olabilir. 20 yıl ara ile yapılmış iki anayasa, sanki polemik yapan, birbirine zıt görüşlü iki köşe yazarının savlarını yansıtıyor.. Demek ki anayasaları kutsamak yerine, onları akıl ve bilim mantığında değerlendirmek daha doğru.. "Cumhurbaşkanlığı Andı" da, bir anlamda böyle.. Türkiye'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk yaşasaydı ve 1982 Anayasasının "Cumhurbaşkanı Andı"nı okusaydı, herhalde şaşırırdı.. "Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma" ibaresi, herhalde Atatürk'ü şaşırtırdı.. - Ben size müspet ilime, çağdaş uygarlığa bağlı kalın demiştim.. Benim adımı, yeminlere neden konu ediyorsunuz, derdi.. Herhalde 1961 Anayasasını yapanlar da böyle düşünüyordu ki, "Cumhurbaşkanı Andı"nı düzenleyen 96'ncı maddede, "Atatürk ilke ve inkılapları" diye bir ibare yoktur.. Neticede şimdi Ahmet Necdet Sezer de, bu "dualizm"i yaşayıp, zorlanacak.. Bir yerde "hukukun üstünlüğü"nü, bir yerde de "devletin üstünlüğü"nü önde tutanlar, onu iki yandan sıkıştıracak.. "Derin devlet", Sezer'in önüne dehşetengiz dosyalar getirecek.. "Derin dünya" da, "Kopenhag kriterleri"ni hatırlatacak.. Bu "dualizm", 40 yıllık demokrat Demirel'i, "28 Şubat"ta ne hale çevirdi?. Sonunda, "Isparta Zeybeği" yerine, "10'uncu Yıl Marşı" dinlemek, ona daha doğal gelmedi mi? MONTAIGNE
Gerçekleri cesaretle görebilmek!.
Dünkü yazımda, yine Montaigne'ye takıldığımı anlatmıştım sizlere.. "Denemeler"i okurken, unuttuğum öyle bölümler çıkıyor ki karşıma, onları siz sayın okurlarımla paylaşmadan edemiyorum.. İşte "Kitap ve Hayat" başlıklı bir deneme: - Ne yaparsınız bu adamlara. Yazılı olmayan lafı dinlemezler. Kitaba geçmedikçe sözlere inanmazlar, gerçeğe sakallı olmadıkça kulak vermezler. Budalalıklar yazı kalıbına döküldü mü, bir ciddilik kazanıyor. "Bir yerde duydum" derseniz olmaz, "Bir yerde okudum" diyeceksiniz. Ben insanların sözleri ile yazılarını ayırt etmediğim için, konuşurken yapılan yanlışların yazarken de yapıldığını bildiğim, zamanımıza eski zamanlar kadar değer verdiğim için, bir dostun dediklerine, büyük bilginlerin sözleri kadar değer veriyorum. Kitaplar kadar kendi gördüklerimden de yararlanıyorum. Onlar der ki: Erdem uzamakla daha büyük olmaz.. Ben de derim ki: Gerçek ihtiyarlamakla daha akıllı olmaz.. Montaigne, süslü ve ağdalı kelimelerle konuşmayı "hatiplik" sananlar için de şöyle düşünüyor: - Söylev sanatı, insanı söyleyeceğinden uzaklaştırıp, kendi yoluna çeker. Gösteriş için herkesten başka türlü giyinmek, gülünç kılıklara girmek nasıl pısırıklık, korkaklıksa, konuşmada bilinmedik kelimeler, duyulmadık tümceler aramak da, bir medreseli çocuk çabasıdır. Ah, keşke Paris'in zerzevat çarşısında kullanılan kelimelerle konuşabilsem.. (Montaigne, Denemeler İş Bankası Yayınları, Çeviren S.Eyüboğlu) ŞAKA
Yasak özlemi!.
Durmadan "yayın yasağı" geliyor bazı soruşturma konuları üzerine..
mbarlas@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|