![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Faili meçhullerin arkasında Hegel mi var yoksa?"Devlet, İlahi Bilincin dünyevileşmiş halidir... Bu sebeple, biz yani halk, Tanrının dünyada bedenî bir boyutu olan bu Devlet'e tapmalıyız... Devlet, Tanrı'nın dünya üzerindeki yürüyüşüdür." Bu kusurlu sözler, Francis Fukuyama'nın kaleme aldığı Tarihin Sonu tezine fikir babalığı eden Hegel'in devlet hakkındaki tasavvur ve saplantısını doruğa çıkaran ifadeleri. Hegel, tarih mefhumunu almış ve bunu bilinç düzlemindeki bir gelişme olarak açıklayarak, insanların ben-merkezcilikten devlet-merkezciliğine geçişi olarak tanımlamıştı. Tarihin Sonu'nda da güya, bireyle devlet ödeşleşmiş olacak ve devlet denen mekanizma, en devasa haliyle vatandaş kitlesi üzerinde tahakküm kurmuş olacak. Aşağıdaki sözler de Hegel'e ait: "Devlet, somut hürriyetin gerçekleşmesidir. Somut hürriyet, bireysellik ve ferdi çıkarların tamamen gelişmesinden öte, bu hürriyetin devlete devri ile kendini evrensel bilinçle eleştirmesidir." Tarihin Sonu'ndaki "mutlak" devlette, kişiler artık devletle iç içe yaşadıkları için, hür vicdanları ve bilinçleriyle, esasında "evrensellik" atfedilen devlet bilincinden farklı bir irade serdedemez hale gelirler. Hegel, komünizm ve faşizm gibi birbirine zıt gibi gözüken iki akımın da fikri alt yapısını oluşturmuş devleti yücelterek. Halka rağmen devletçilik yapan, devletin arada sırada rutin dışına çıkmasında bir beis görmeyen, cinayeti meçhul, ilişkileri karanlık, âli ve derin menfaatlerle donatılmış, yeri geldiğinde varlığını vatandaşının üzerinde yükselten her devlet anlayışının temelinde Hegel'in tanrılaştırdığı devlet felsefesi yatmaktadır. Çoğumuz için yabancı sayılmaz, yukarıda tavsif edilen devlet anlayışı. Adına ister Susurluk, ister Gölbaşı, ister kontra gerilla, ister MİT'çi gazeteciler deyin, artık belli noktalarda dikiş tutmayacak kadar derinleşerek şişmiş bir çuvaldan patlayarak dışarı sızan ve patlak veren bazı olaylar, bize bu tip bir devleti çok yakından tanıttı. Bu tip bir devlet anlayışı olan bir ülkede bir aydının, bir politikacının veya bir gazetecinin faili meçhul bir cinayete kurban gitmesi, vakayı adiyeden sayılır. Üstelik bu tip bir cinayet, belli aralıklarda yeniden yeniden ısıtılıp kamuoyu gündemine sokulur ve bir anda ülkenin gidişatı değiştirilir, belli kesimler düşman ilan edilir, değişimin önü tıkanır ve rejim tüm cüssesi, hantallığı ve derinliğiyle varlığını pekiştirir. Ne zaman bir içişleri bakanı, geçmişin sis perdesi ardına saklanmış küflü bir olayı gündeme getirse, sevinçle tereddüt arasında ciddi bir ikilem yaşıyoruz. Seviniyoruz, zira bu ülkede de demek ki, istendiğinde karanlık kalmış bazı olayların üstesinden gelinebiliyormuş gibi bir hisse kapılıyoruz. Temiz toplum arayışları ve devletin, çözülemediği için kendisine bir şekilde ilişen bulaşıkları temizleme çabaları herkesi umutlandırıyor. Diğer yandan, ciddi bir tereddüt içindeyiz. "Uğur Mumcu cinayetine yamanan bu kaçıncı zanlı taifesi?" gibi sorular kalbimizi daraltıyor. Fütursuzca ortaya atılan iddialar, yaka paça evlerinden alınan aile reisleri, yayın yasağına rağmen bazı gazetelere intikal ettirilen "gizli" bilgiler, Türkiye'nin "özel" durumunu pekiştirici ve komşu ülkelerle olan sıkıntılarımızı ayyuka çıkaran birkaç beyanat. Tüm bunlar, geçmişte yeniden yeniden bizlere yaşatılmış bir senaryonun tanıdık sahneleri. İlgililere sormak istiyoruz. Bugüne kadar büyük medya propagandalarıyla evlerinden derdest edilmiş ve aleyhlerine muhtelif suçlar isnat edilmiş kişilerin kaçta kaçı suçlu bulundu acaba? Bu minval üzere Hizbi vahşetin de işlediği öne sürülen kaç faili meçhul cinayet çözüldü gerçekten? Aleyhine gazetelere beyanatlar verilen komşu devletlerle münasebetlerde neden bugüne kadar bu meselelerin halli konusunda adım atılmadı? Bu sorular cevaplanana dek Hegel'in ilahileştirilmiş devleti, derin devletin kalbinde yaşıyor olacak.
mutku@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|