YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi

  Arşivden Arama

 

 

Düşünün ve sevinin...

Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu'nun kâtillerinin bulunmasını benim kadar herhalde bir de ailesi ister. 1993 yılından buyana, 'Mumcu cinayeti' yüzünden çektiklerimizin haddi hesabı yok çünkü... Türkiye, 28 Şubat cenderesine, Mumcu'nun da aralarında bulunduğu bir grup aydına yönelik 'siyasi cinayet' gölgesinde sokuldu... Kim veya kimlerse kâtiller, yakalansalar da biz de kurtulsak!

Ancak, kâtilleri yakalaması gerekenler bundan çekindiklerini açıklamışlarsa, "İşte kâtiller" başlıklı haberlere nasıl inanalım? Ben, ilk olmasa da ikinci cinayetten itibaren, "Bu değil, bu da değil" diyebilecek duruma gelmiştim... Bugüne kadar sezgilerim beni hiç yanıltmadı. O halde sezgilerimin bana söylediğini sizlerle bir daha paylaşayım: Türkiye'de köklü bir değişim yaşanıp gerçek anlamıyla bir 'hukuk devleti' oluşmadan hayatlarını siyasi cinayetlerde kaybetmiş olanların kâtillerine ulaşılamaz...

Ben de, asker kökenli DGM savcısı Ülkü Coşkun'la aynı görüşteyim; Uğur Mumcu türü siyasi cinayetlerin devlet karar vermeden çözülemeyeceğine inanıyorum. Ayrıca, eski içişleri bakanı Mehmet Ağar gibi, bir tuğla çekilirse bütün duvarın yıkılacağı kanaatindeyim ben de; ancak ondan bir farkım var: O duvarın yıkılmasına müsaade edilmeli ve yerine daha demokratik, daha çağdaş bir hukuki yapı kurulmalı...

Peki, dokuz kişilik grubun "İşte Mumcu'nun kâtilleri" diye tanıtılması bu anlama gelmez mi? Yani, devlet, Sadettin Tantan gibi Emniyet kökenli dürüst bir politikacı içişleri bakanlığı koltuğunda otururken, pisliklerin deşilmesine karar vermiş olamaz mı?

Hayır... Bir kere, Türkiye'de, böylesine önemli bir konuda geleneksel yaklaşımlardan farklı bir gelişmeyi beklememizi gerektiren 'yeni' bir durum henüz sözkonusu değil. Geçmişte verdikleri emirlerle olayları yönlendirenlerin, şimdi yine bir emirle kendilerini ele vermeleri nasıl beklenebilir?

Ancak, şimdiki gelişmenin o noktaya doğru gidildiğinin işaretlerini içinde barındırdığı da belli. "İşte kâtiller" diye ortaya atılanlar, 'hukukçu demokrat' yeni cumhurbaşkanına, "Bizde İslâmî terör diye bir olgunun varlığını unutma" mesajını veriyorlar; bu açık... Ancak, bir yandan da bir başka 'korku' yatıyor bu gelişmenin altında: Yeni cumhurbaşkanıyla başlayacak sürecin şimdiye kadar üstü kapalı tutulmuş pislikleri ortaya çıkartabileceği korkusu...

Uğur Mumcu'nun 'yedinci' kez yakalandığı ilân edilen kâtilleri herhalde bunlar değil; ancak ben 'sekizinci' kezde gerçek kâtillere veya onları yönlendiren odağa ulaşılacağına inanıyorum. Bu defa olmadı, ama bir dahaki sefere mutlaka... Ne demiş Yahya Kemal? "İnsan dünyada hayal ettiği müddetçe yaşar"...

Hayallerim gerçek oluyor. 1990 ocak ayında Prof. Muammer Aksoy ile başlayarak, Doç. Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Uğur Mumcu ve geçen yıl sonunda Prof. Ahmet Taner Kışlalı'yla süregiden her siyasi cinayetten sonra, "Beyler, bu insanların kâtillerini yanlış yerde aradığınız için vakit kaybettiriyorsunuz; ayrıca ülkeyi de bir gerilim ortamına sokuyorsunuz" diye yazmaktan kalemimde tüy bitti.

Çok satan gazetelerden birinin başyazarı, "Bu arkadaş zaten hep böyledir; ne zaman siyasi bir cinayet işlense hep aynı odağı suçlu gösterir" diye kimbilir kaç kez beni suçladı. Aynı başyazar, dün, "Yoksa dolduruşa gelip biraz erken mi davrandık?" diye girmiş yazısına. Eski dosyaları karıştırmış ve görmüş ki, "Uğur Mumcu'yu öldürmekle suçlanmadık neredeyse kimse kalmamış. Üstelik tanık ve muhbir bulmakta da devlet hiç zorlanmamış..." (Oktay Ekşi, Hürriyet, 9 Mayıs 2000).

Allah bana bugünü de gösterdi ya, bundan sonra hiç gam yemem...

Geçmişte, bugün onun yazdığına benzer tespitler kaleme aldığımda, başta Oktay Ekşi olmak üzere çok sayıda meslektaş üzerime gelirdi. Ben ise, haklı olduğuma inandığım halde, yalnızlığın kahredici çilesini tek başına çekerdim. Bugün, tereddütlerim artık Hürriyet'te manşet olabiliyor. Ne kadar sevinsem yeridir...

Bana kalırsa, bu son operasyon, sadece Ahmet Necdet Sezer'in eline tutuşturulan bir 'sürpriz balon' değil. Bu kadar uzun süre hazırlığı yapılmış bir operasyonda daha ilk günden yakalanan çetin çelişkiler Hürriyet tarafından bile fark ediliyorsa, bunun daha başka bir anlamı da olması gerekiyor... Başzanlının suikast günü evlendiği, nikâh töreninde çekilen video kayıtlarından diğer zanlıların da o gün İstanbul'da olduklarının anlaşıldığı bir 'salaş' operasyon bu, anlasanıza...

Sanki, planlayanlar, Mumcu'nun kâtillerini yakalamak için değil de, çok farklı bir siyasi sonuç almak için yola çıkmış görünüyorlar... Birilerinin yüzünü kızartmak gibi bir dertleri varmış gibi... Yoksa, olay ânında nerede bulunduklarını bu kadar kolay ispat edebilecek bir gruptan 'cinayet şebekesi' çıkartmak neyin nesi?

Siyasette yaprak dökümü mevsimine girdik. Kimi (M. Ali İrtemçelik) istifaya zorlanarak, kimi (Sadi Somuncuoğlu) azledilerek görevden ayrılıyor. Sırada Meclis başkanı Yıldırım Akbulut da var. 'Mumcu operasyonu', şimdi ortaya çıkan haliyle, iki siyasiyi topun ağzına yerleştirecek gibi: Mesut Yılmaz ve Sadettin Tantan... Biri boşboğazlığı, diğeri ise ölçüsüzlüğü sebebiyle ön safları terk etmeye zorlanabilir...

Düşünün, 'İslâmî terör' yaygarası bile artık ülke sistemi üzerindeki bulutların dağılmasına yarıyor... Düşünün ve sevinin...


10 Mayıs 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Taha KIVANÇ

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...