T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Taşralı"ya haddini bildirmek

Yazının başlığını şöyle atmıştı Serdar Turgut: "Taşranın iktidar yürüyüşü durdurulmalı." (Hürriyet, 2 Ağustos 2001) O, sanki şuur altında hiç bir şey saklamayan bir insandı. Bir ara cinselliğe ve tenasül organlarına odaklanan yazı muhtevası, sosyal-siyasal alana uzandıkça ilginçleşiyordu.

Televoleci iktisatçılara toplumun "Öteki" kesimlerini hatırlatan oydu. "Öteki"ne, diğer ifadesiyle "taşralı"ya sahip çıkmıştı orada...

Sonra birdenbire, demokratik teamülleri ıskalayıp, "teknokrat hükümet" arayışlarına yöneldi. Ve en sonunda sıra , "Taşra"ya haddini bildirmeye geldi. "Taşralı" yönetilen ve ezildiği için hakkı savunulan bir noktada olduğunda kabul edilebilirdi, ama "iktidar"sa söz konusu olan, "taşralı" haddini bilmeliydi.

O yazısı, bir kesimin bütün şuur altını deşifre ediyordu. "Türkiye büyük bir tehlikeye doğru adım adım ilerliyor"du. "Ülke göz göre göre taşralı siyasete teslim ediliyor"du.

Bir alarm duygusunu seslendiriyordu Turgut.

"Taşralı siyaset"ten "Yenilikçi hareket" kastediliyordu. "Bu hareketin bir Türkiye hayali yoktu. Yoktu, "çünkü taşralı zihniyet hayal kuramaz"dı. Başkalarını bilmezdi ama, kendisi "bu taşralı seçmenler tarafından omuzlanıp iktidara koyulacak olan zihniyet tarafından yönetilmek istemiyor"du.

Aslında beklediği "bu sistemin bittiği" bir ortamda "zinde güçler"in ortaya çıkmasıydı. Oysa "Türkiye'nin tek umudu, yaratabildiği tek hayal adı yenilikçi olan ama yeni tek tarafı bulunmayan bir zihniyet" olmuştu "ve bu engellenmeli"ydi.

Serdar Turgut, kendisinin de benimsediği bir zihniyeti çok net biçimde ortaya koyuyordu. Üslubu pervasızdı. Öyle utanıp sıkılmıyordu...

Yönetim ona göre "sayıları az olmayan" bir "azınlık"ın hakkıydı.

Turgut'un seslendirdiği düşünce aslında Türkiye için yeni değildi. Demokrat Parti'ye oy verenler, CHP jargonunda "çarıklılar"dan ibaretti ve bunların memleketi yönetecek liyakatleri olamazdı. Hem bir "çarıklı oy" ile, "okumuş oy" eşit olabilir miydi?

Tansu Çiller, DYP'ye ilk geldiği günlerde hedef olarak parti teşkilatını "Ağzı çorba kokanlar"dan arındırmayı benimsemişti.

Nereden nereye? Halkı küçümseme zihniyeti, CHP'de batmış, DYP'de nüksetmişti?

Türkiye demokrasisi, hep bu kıyaslama ile boğuştu. Acaba, "halk oyu"nun gerçekten yönetimi belirleme hakkı olmalı mıydı? 28 Şubat'lı günlerde Baykal'ın yaptığı sosyolojik (!) izah, "sayısal ağırlıkla siyasal ağırlığın farklılığı" üzerineydi.

Avni Özgürel gibi bir yazar bile, bu sendromu yakınen bilmesine rağmen bu "zadegan" ikliminden taşıma bir soru getiriyordu gündeme:

"Erdoğan'ın hesabı tutar mı derseniz, ona cevabım: Çok zor. Son beş yılda yaşananlardan sonra şu fotoğrafı gözünüzün önüne getirin: Farz edin ki, Erdoğan başbakan sıfatıyla Genelkurmay'da, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları onu selamlıyor, Erdoğan merasim bölüğünü denetliyor! Bu kare, Türkiye şartlarında size 'gerçekçi' görünüyorsa Erdoğan'ın işi kolay diyebilirsiniz." (Radikal, 1 ağustos 2001)

Turgut'un jargonu ile tercüme etmek gerekirse Avni Özgürel "Asker taşralıya selam durmaz" demek istiyordu.

Bilmem, belki de haklıydı. Türkiye gerçeği buydu belki de.

Doğrusu ben, Avni Özgürel'in ancak "kışkırtıcı"diye niteleyebileceğim sorusunu değil ama, Serdar Turgut'un "taşralı" yorumunu Asker'in nasıl yorumladığını merak ettiğimi itiraf etmeliyim. Benim için soru şu:

-Acaba asker, "taşralı" ve "taşralı olmayan" ayrımında kendisini nereye koymuştur? Ya da bu ayrımda kendisinin nereye konulduğunu düşünmüştür?

Ya da şöyle bir soru:

-"Halk oyu"na "taşralı" damgasını vuran bu zihniyet, Asker'i nerede görmektedir?

Bu sorular ışığında önemli bir tecrübe olması açısından soğukkanlı bir "28 Şubat tahlili"nin çok yararlı olacağını düşünüyorum.

-28 Şubat'tan bu yana, yani "taşralı" olanlar iktidardan düşürüldükten sonra, kim ne yaptı, Türkiye birdenbire nasıl bir "hortum ülkesi" haline geldi, "taşralı"ya savaş açan koalisyonun önemli ortağı, kartel medyası patronları nasıl büyüdüler ve ülkenin bir numaralı ekonomik gücü haline geldiler, "taşralı"yı siyaset alanından kovma noktasında işbirliği yaptıkları siyasi kadrolarla nasıl bir işbirliğini yürüttüler?

Bunlar boş sorular mıdır?

Komutanların kökenine bakmalı, hemen hepsi "taşra" çocuğu...

O yüzden merak ediyorum bu "taşralı" yorumlarına nasıl baktıklarını...

Çünkü "taşralı"yı siyaset alanından silme operasyonunda "Silahlı Kuvvetler", "silahsız kuvvetler"in lojistik desteği gibi bir misyon içinde değerlendirilmek istenir genellikle.

ANAP Kongresi'nde Vehbi Dinçerler çok hayati sorular koydu ortaya. Onlardan birisi şöyleydi:

-Sizden neden halk memnun değil de, büyük medya memnun? Onları nasıl memnun ettiniz?

Halk ve büyük medya!!! "Taşra" ve "azınlık!!!"

O medya şimdi amansız biçimde "taşralı"ya karşı "terminatör – yok edici" bir misyon üstlenmiş durumda. Haddini bildirecek, anasından emdiği sütü burnundan getirecek, memleket yönetimine talip olmak neymiş onu gösterecek... Şuur altlarında demokrasinin canına okumak dahil her şey var. Serdar Turgut'un sütunu, bir açıdan faydalı bile sayılabilir. Çünkü bir kesimin şuur altını yansıtan bir fonksiyon üstleniyor.


6 Ağustos 2001
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED