|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türk siyaseti, son on yıldır güven ve inandırıcılık sorununu çözemediği için Türkiye, tarihinin en derin ekonomik ve toplumsal krizini yaşıyor. Uzunca zamandır topluma güven veren, sözüne inanılan bir lider profili ortaya çıkamadı. Bu lider krizi hem halkın gözünde öyle, hem ülkenin elit kesiminde... Yaşadığımız dönemin siyasi oluşumlarını doğru okuyabilmek ve siyasetin geleceği için iyi bir perspektif oluşturabilmek için, özellikle cumhuriyet döneminin siyaset merkezlerini iyi analiz etmek gerekiyor. Çünkü, bütün dönemlerde Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal anlamdaki iniş ve çıkışları, siyasetin iniş ve çıkış grafikleriyle hep paralel yürümüştür. Örneğin, siyasi tarihimizin "zirveleri" olarak kabul edilen Menderes ve Özal isimleri, Türkiye'nin kalkınmışlık göstergelerinin yükseldiği, halkla devletin buluştuğu dönemlerin birer simgesi haline gelmiştir. Siyasi tarihimizden bu iki ismi çıkardığımızda, zihinlerimizde pek de fazla hatırlamak istemediğimiz isimler ve dönemler kalacaktır. Elbette, bu dönemleri geri getirmek gibi bir çaba içinde olamayız. Önemli olan, bugün oluşturacağımız siyasi yapıların, ne tür bir vizyonla nasıl bir "Türkiye projesi" ortaya koyacağıdır. Menderes ve Özal dönemleri, sadece Türkiye'nin siyasi haritasını doğru okuyabilmek ve halkla buluşma noktalarını tesbit etmek açısından önemlidir. İşte, Tayyip Erdoğan'ın ismi etrafında oluşan "umut dalgası" da bu açıdan son derece önemlidir. Menderes ve Özal'dan sonra ilk kez, Türk siyasetinin önüne Tayyip Erdoğan şansı çıkmış bulunuyor. Aynı zamanda Erdoğan için de bu bir şans... Ama dikkat! Bu kadar şansların, bir araya geldiği bir ortamdan her zaman başarı çıkmayabilir. Bunun için "vizyon" ve ayağı yere basan projeler şart. Ancak, Erdoğan'ın Türkiye'ye ilişkin projelerinden önce, başlatacağı siyasi hareket olarak nerede duracağını belirlemesi gerekiyor. "FP-RP geleneği"nin devamı olan bir çizgide mi yer alacak, yoksa daha geniş kesimleri kucaklayacak "merkez sağ" üzerindeki bir siyasal "hat"ta mı ilerleyecek? Konjonktürel olarak bakıldığında, elbette "merkez sağı toparlama projesi" daha cazip görünüyor. Ancak, şu ana kadar "yenilikçi" hareketin gösterdiği performans, bu projenin hiç de kolay olmadığını ortaya koydu. Kaldı ki, "merkez sağ" işi Tayyip Erdoğan açısından her yönüyle sıkıntılı bir projedir. Her şeyden önce Erdoğan böyle bir "merkez"den gelmiyor. Bir kere, Erdoğan'ın içinden geldiği ve temsil ettiği çevrenin kültürel kodları, "merkez sağ"ın kültürel kodlarıyla çok da uyuşan bir düzlemde değil. Açıkçası, işin adını doğru koymak lazım. Evet, Türkiye'nin doğusundan batısına güçlü bir Tayyip Erdoğan rüzgarı esiyor. Ama unutmamak gerekir ki, Erdoğan'ın kanı "mavi" değil. Yani o, ekonomik ve siyasal "güç merkezleri"ne yakın duran "derin" bir çevreden gelmiyor. Ama bu hiçbir zaman, Erdoğan'ın kendisini "zenci" görmesini gerektirecek bir durum da değil. Zaten Erdoğan'ın asıl gücü de buradan kaynaklanıyor. Anlaşılan o ki, Erdoğan hareketi bugüne kadar beslendiği, kültürel olarak buluştuğu "ana çizgi"nin üzerinde ya da paralelinde olmak durumundadır. Önemli olan, Erdoğan'ın "merkez"e yürürken "RP-FP geleneği"nin toplumun değişik kesimlerine kapalı duran çerçevesini çağdaş argümanlarla genişleterek, daha geniş kitlelerle buluşturmasıdır. Belirtmek gerekir ki, bu buluşmanın anlamı, illa da "merkez sağ"ın "toplama" kadrolarıyla oluşacak bir vitrin demek değildir. Aksine, üyesi oldukları sosyolojik çevrenin gerçeklerini doğru analiz edip, ama sadece bu çevreyle sınırlı kalmadan, izleyecekleri güzergahta farklı "kültürel merkezler"le de buluşarak yeni bir toplumsal dönüşümü birlikte gerçekleştirmek gerekiyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |