|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ANAP kongresini açık farkla kazanan Mesut Yılmaz, biraz daha zorlasa tulum çıkaracakmış demek ki. Ülkenin bu derece ağır bir kriz altında olduğu bir dönemde başarısızlığın en büyük sorumlularından olan Yılmaz'ın kongreden böyle bir sonuçla çıkması, "depolitizasyonun" ANAP'a hakim tek olgu olduğunu gösteriyor. Bu derece ağır krizler karşısında yıllardır ülke yönetiminde olan Yılmaz'ın bir muhalefet lideri gibi konuşarak hiçbir sorumluluk üstlenmemesi ve buna rağmen bu derece ezici bir galibiyet elde etmesi, depolitizasyonun ne derece büyük bir bagaj olarak ANAP üzerinde bulunduğunu gösterir sadece. ANAP seçmeni "şehirli" bir seçmen. Tabii sadece şehir merkezlerinde oturmak anlamında değil tüm sosyolojik içerimleriyle "şehirli" bir seçmen. Bu nedenle Yılmaz, Türk siyasetçilerinde kolaylıkla rastlanmayan çarpıcı konuşmalar yapabiliyor ve bunların ANAP'lı seçmene yapılması, siyaseten doğru sonuçlar doğurabiliyor. Bu bakımdan Yılmaz, kongrede, ANAP'ın siyasete bundan sonraki bakışını anlatırken başka siyasi parti liderlerinin fazla entelektüel renkli bulabileceği "gelecek yönetimi" gibi bir kavramı kullanabildi. Bu kavramı eksen alarak ANAP'ı değerlendirdi ve Türkiye için hangi sorunların AB ile entegrasyona engel teşkil ettiğini sıraladı. Kuşkusuz dün de yazdığımız gibi Yılmaz'ın değindiği sorunlardan en önemlisi, Yılmaz'ın adlandırmasıyla "ulusal güvenlik sendromu." Siyaset ve siyasetçi adına bu kavramın bu kadar net ifade edildiğine ilk defa şahit olunuyor denilebilir. Kuşkusuz daha önce de bu sorunun etrafında dolaşanlar olmuştur, soruna değinenler olmuştur. Fakat ilk kez Yılmaz, bu sorunu merkeze alan ve net olarak adlandıran bir konuşma yaptı. Yılmaz'a göre "ulusal güvenlik" ile AB ile entegrasyon arasında çelişki olduğunu düşünen odaklar var. Veya kimi odakların "ulusal güvenlik" konusundaki aşırı hassasiyetleri, Türkiye'nin "gelecek yönetimi"nin önüne kısırlaştırılmasına yol açıyor. Üstelik mevcut bakışa irtica ve etnik bölücülük konusundaki hassasiyetler de eklenince "ulusal güvenlik" konusundaki hassasiyetler bir "sendrom"a dönüşüyor. Bu siyasi düşünme biçimi içinde ise, Türkiye kendi geleceği adına atması gereken adımları atamaz hale geliyor. Bu kavramın Batı ülkelerindeki standartlara kavuşturulması şart ve eğer bu yapılmazsa, Türkiye'nin kendine çizeceği yön Miloseviç'lerle ve Saddam'larla anıldığı bir üçüncü dünya ligi olacak... Yılmaz özetle bunları söylerken, AB ile entegrasyonun "ulusal güvenlik" konusunda daha çağdaş açılımları getireceğini de ekliyor. Yani konuşması "ulusal güvenlik" kavramına karşı bir konuşma değil, bu kavramı çağdaş enstrümanlara kavuşturmaya dönük bir konuşma... Yılmaz'ın söyledikleri birçok bakımdan değerlendirilebilir. Hatta bunları söyleyen Yılmaz olmasa büyük ve verimli tartışmalar da açabilir bu sözler. Çünkü Yılmaz demokratikleşme ve AB ile entegrasyona dair tüm açılımları "araçsallaştırma" konusunda çok usta bir siyasetçi. İç siyasette yürüteceği bir mücadele veya tutmaya çalıştığı bir siyasal pozisyona dönük olarak tüm evrensel kavramları kolayca araçsallaştırabiliyor. Bu nedenle son yıllarda çok yerinde ve cesur tartışma konuları açmasına rağmen, bunların etkisi hep sıfır düzeyinde seyrediyor. Zaten konuları ortaya attıktan sonra en önce Yılmaz unutuyor bunları ve kısa zaman sonra da tam tersini yapıyor... Bu nedenle Yılmaz'ın kongrede yaptığı konuşma içeriği bir kenara bırakılarak, Yılmaz'ın kongre sonrasında bazı çevrelerle yeni bir mücadeleye hazırlandığı şeklinde yorumlandı kulislerde. Fakat Yılmaz'ı bir kenara bırakıp, sadece söylediklerine odaklandığımızda bile sorun bitmiş olmuyor. Çünkü Yılmaz'ın bahsettiği tüm konuların sağlıklı bir zeminde tartışılabilmesi için ülkede ciddi bir "siyasal mekan" olması gerekir. Oysa bizzat Yılmaz'ın temsil ettiği "siyasi istikrar" misyonu yüzünden siyasi alan alabildiğine daraltılmıştır ülkede. Depolitizasyon, ülkenin tek hakim rengi haline gelmiştir. Bununla bağlantılı olarak siyaset sosyolojisi sıfırlanmıştır Türkiye'nin. "Siyasi modelsizlik" tek model haline gelmiştir. Siyaset, bizzat Yılmaz türü siyasetçiler eliyle "mekansızlaştırılmıştır." Bu durumda o sözleri söyleyen siyasetçi Yılmaz olmasa bile sözler "askıda" kalmaya mahkumdur. Çünkü siyasetin alanını korumak adına temel bir pozisyon alınmadan ve siyasi hareketliliğin önünün tümüyle açılmasına soyunmadan bu derece önemli konular konuşulamaz. Siyaset olmadan "gelecek yönetimi"nden bahsedilemez. Yılmaz çok güzel konuştu. Fakat bizzat kendisi depolitizasyonu temsil ettiği için, yaptığı konuşma "siyasetsiz" bir "gelecek yönetimi" sokağına çıktı. Yani "gelecek yönetimi"nin ancak "siyasal gecekondu" olabileceği bir sokağa...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |