|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Amerika'nın en önemli gazetesi The New York Times'da pazar günü yayınlanan bir yazının başlığı 'Bir Terör Eylemi Yerküreyi Yeniden Şekillendiriyor' idi. 11 Eylül sonrasının öncesine niye ve nasıl benzemeyeceğinin ipuçlarıyla dolu bir yazı. Yazının girişi, bizim bir süredir bu köşede yaptığımız 'tarihi paralellikler' ile aynı yöndeydi: "İngiltere Prensesi Joan 1348 yılında Kastilya Prensi Pedro ile evlenmek üzere İspanya'ya giderken veba salgını hüküm süren Bordeaux'da aptalca konakladı, hastalandı ve öldü ve böyle Avrupa'yı yeniden şekillendirmesi mümkün bir İngiliz-İspanyol ittifakı suya düştü. 1914'de bir Sırp delisi Avusturya arşidükünü öldürdü ve bu eylemin yansımaları -yani Birinci Dünya Savaşı, Ortadoğu'nun imparatorluklar arasında parçalanmasını, totaliterliğin yükselişi- doksan yıl sonra hâlâ yankılanıyor. Trajedi, tarihin pivotudur. Şu anda ortaya çıkan soru şu: Nefesleri kesen tek bir dehşet eyleminin eski ittifakları çatlatması ve imkansız sanılan yenilerini onların yerine geçirmesi, bir modern delinin dünyayı, kendi niyetleriyle hiç bağdaşmayacak yeni bir eksene doğru savurmasının sonucu değil midir?" 11 Eylül'ün en süratle oluşan ve 'uluslararası dengeler'i temelinden etkileyecek sonuçlarından biri, Amerika-Rusya yakınlaşması ve Rusya'nın 'Batı sistemi'nde yer almak için kapıları aralamasıdır. Yazıda bu konuda şu değerlendirmelere yer veriliyor: "… En önce Moskova'ya bakın. 11 Eylül olaylarının Rusya'ya, Büyük Petro'nun, İmparatoriçe Katerina'nın ve Boris Yeltsin'in gerçekleştiremediklerini sunduğunu söylemek abartma sayılmaz; Bin yıl içinde ilk kez bir Rus devletinin sağlam biçimde Batı'ya demir atması. Bu olaylar, Amerikan süperdevletinin tek başına küresel istikrar ve refahı kurabileceği nosyonunu yerlebir ederek, Rusya'nın Batı ile nihai entegrasyonunun önündeki en büyük engeli kaldırdı. Bugüne dek herkes'in dostu olan ve hiç kimse'nin müttefiki olmayan Başkan Vladimir Putin, terörizme karşı Batı yönetimindeki bir kampanyaya yardım etmek için bir dizi öneriyle çitin üzerinden atlayarak öbür tarafa geçti. En çarpıcı olanı, Tacikistan, Özbekistan ve Rusya'nın Orta Asya nüfuz alanının başka kesimlerinde Amerikan ve diğer NATO kuvvetlerinin terörizme karşı mücadele için konuşlandırılmasına ilişkin Rus itirazlarını kaldırdı. … Hepsinden önemlisi Putin Batı'da düşünülmesi imkansız olan için açıkça bastırmaya başladı: Rusya'nın NATO'ya katılması. Bunun yakın bir gelecekte gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olmasa bile, Batı ve Moskova arasında bir başka çeşit formel güvenlik düzenlemesi, terörizme karşı yürütülen kampanyaya bağlı olarak, arzu edilen bir amaç olarak muhtemel görünüyor." Tanınmış Amerikan think-tank'ı Carnegie'nin Moskova bölümünde görev yapan ve Amerikalı meslektaşları nezdinde saygın bir isme sahip bulunan Dmitri Trenin, 'Avrasya'nın Sonu' isimli kitabında Rusya'nın Batı'ya yönelme ufuklarını tartışıyordu. Trenin, Rusya'nın 11 Eylül sonrası pozisyonunu, İngiltere'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki pozisyonuna benzetiyor: "İngilizler gecikmeli olarak artık bir imparatorluk olmadıkları ve Amerikan yardımı olmaksızın küresel bir politika yürütemeyecekleri kavrayışına ulaştılar. 11 Eylül olayları, Rusya'ya kendi süperdevlet mirasını bir yana koyması ve yeni ve mantıklı bir rol sahibi olması için benzersiz bir fırsat sağladı: Vancouver'dan Vladivostok'a uzanan bir Batı ittifakında (Amerika'nın yanında) ikincil konumda ama önemli bir partner olması. Bu gerçekten, Batı, Rusya ve Çin'in esas olarak aynı pozisyonda bulundukları bir konuda Rusların Batı'ya yüzlerini döndürmeleri için Allan tarafından gönderilmiş bir durumdur. Bu, Soğuk Savaş sonrası dönemde her türlü boyutun üzerinde bir trajedi idi. Ama bizi, kendimizin ve etrafımızdaki dünyanın gerçekçi bir değerlendirmesine yöneltirse, o takdirde tarihi (dönüm noktası) olacaktır." Soğuk Savaş'ın sonu ve Körfez Savaşı esnasında Turgut Özal'ın yakaladığı 'fırsat', bugün Vladimir Putin'in yakaladığı fırsatın ta kendisiydi. Özal, o dönemde, Türkiye'nin önünde ancak yüzlerce yılda bir açılabilecek 'hacet kapıları'ndan, belirgin ve buna benzer parametreleri kavrayarak söz ediyordu ve o nedenle '21.Yüzyıl'ı Türkiye'nin ve Türklerin yüzyılı' yapmak gibi bir 'hedef' koymuştu. Bunun heba edildiğinin herkes ve hepimiz farkındayız. Orta Asya, Rusya ve Amerikan-Rus yakınlaşmasından sorulur durumda. Türkiye'den değil. Kendimizi boş yere aldatmayalım. İş, son tahlilde, gelip 'liderlik' ya da bir başka deyimle 'yönetim sorunu'na dayanıyor. İşte bu yüzden, TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, "İnsanların 3.Dünya Savaşı'ndan, Medeniyetler Çatışması'ndan, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağından söz ettikleri bir dünyada, nasıl bir vizyon doğrultusunda hareket ediyoruz, bilen var mı? Bizi bu sıkıntının içinden çekip çıkaracak bir liderliğe sahip miyiz?" diye konuşurken, bu 'Ankara boşluğu'na işaret ediyordu. Şu cümleler de TÜSİAD'dan: "'Medeniyetler Çatışması' spekülasyonlarının geliştirildiği bir ortamda, Doğu ile Batı'nın yalnız coğrafi değil, kültürel kesişme noktalarında da yer alıyoruz. İslam Dünyası içinde olup da Batı Medeniyeti'ne entegre olma kararlılığını 200 yıldır sürdüren, kurumsal yapılarını buna göre şekillendiren bir ülkeyiz. İnsanımızla, kurumlarımızla, iki dünya arasında ortak bir alan yaratabilecek, bir İslam ülkesinin kültürel kimliğini koruyarak, modern, demokratik bir sanayi toplumu olabilecek belki de tek toplumuz." Doğru. Ama bu 'Ankara' ile mi? Post-11 Eylül, ister istemez, Ankara'yı ve beraberinde Türkiye'yi de değiştirecek…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |