T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İslam'a karşı İslam

Afganistan'a yağan bombaların tahrip gücüne eşdeğer medyatik bombardıman, füzelerin geride bıraktığı yıkıntılardan yükselen duman, şimdilik ABD'nin niyetini perdelemeye yetiyor. Ancak bu toz duman perdesini biraz aralayınca terörle mücadelenin stratejik ve ideolojik hatları belirmeye başlıyor.

Amerika'nın Afganistan'ı işgal edip etmeyeceği, işgal ederse burada tutunup tutunamayacağı gibi konvansiyonel savaşı esas alan çözüm ve analiz biçimleri oluşmakta olan yeni uluslararası sistemin mantığını anlamamızı güçleştiriyor. Tıpkı 10 yıl önce Körfez bunalımında olduğu gibi, görünür plandaki askeri operasyona dikkatleri yoğunlaştırmak çoğu kez arkaplanda yatan projeyi gizlemektedir.

Her ne kadar Bush terörle mücadele adına "haçlı seferi" ilan etmiş olsa da ABD'nin stratejik hedefleri ve bunu uygulama alanı doğrudan İslam dünyasını ilgilendirdiği için bu retoriğin dillendirilmesinin tepki doğuracağı açıktır. İslam dünyasında hesapları alt üst edecek tepkileri doğuracağı için bu tür kamplaşmayı engelleyecek bir stratejinin benimsenmiş olduğu şimdiden belli oluyor. Savaşın tozu dumanı arasında kimsenin fark etmek istemediği uzun soluklu hedefi deşifre etmeye çalışmak gerekir.

Harekat sonrası Başkan Bush'un mücadelenin Afganistan'la sınırlı olmadığı yönündeki açıklaması; bana kalırsa, hiç de teker teker başka bölgelerin, ülkelerin de bombalanacağı anlamına gelmiyor. Her ne kadar Hindistan, Rusya gibi ülkeler davetiye çıkarmış olsalar da.

İslam ve İslam

Terörle mücadele adı altında İslam hayat tarzının, düşünüş biçiminin daha doğrusu yeniden diriliş umutları vaadeden İslam medeniyetinin terörle özdeşleştirilmesi gibi bir medeniyet pravokasyonu ile karşı karşıyayız. Bu stratejiyi Huntington'un medeniyetler çatışmasından ayıran nokta: planın İslam içi çatışmaya, ideolojik ve siyasi farklılıkları derinleştirmeye yönelik olmasıdır. İslam'ın İslam'la çatış/tırıl/ması tezini dillendiren Kissinger'e göre: Batı Hristiyan dünyası ile İslam dünyası arasında değil İslam'ın kendi içinde bir çatışmayı beklemek gerekir.

Bu ifadenin Kissinger gibi hem Amerikan politikasında deneyimli ve etkili, hem akademik muhtevası olan birinin belirtmesi önemli. Ayrıca, haçlı seferi gibi içe dönük birleştirici bir temayı işleyen Bush'a karşılık stratejiyi dizayn eden sembolik isimlerce "İslama karşı İslam" formülünün telaffuz edilmesi "terörle mücadele"nin muhtevası hakkında yeterince fikir veriyor.

Daha önce de belirttiğim global McCartizm politikalarının ne derece ciddiye alınması gerektiğini bu çerçevede anlamlandırmak gerekir.

ABD, özellikle 70'li yıllarda Filistin mücadelesi ile başlayan İran devrimiyle artan yoğunluktaki İslam ve terör imgelemini doğuran Ortadoğu'daki şiddetin kaynağını gidermeye çalışmaktan çok, kendi politikalarını meşrulaştırıcı gerekçe olarak kullanmayı tercih etmiştir. Bu tutumun somut uygulaması bugün de karşımıza çıkıyor. Gerici Taliban'a karşı krallık öneren, Kerimov gibi diktatörlerle işbirliği yapan, Batı'nın desteği ile ayakta duran kirlenmiş Ortadoğulu yönetimlerle birlikte karanlığa karşı aydınlık savaşı veren bir Amerika var karşımızda. Dün Robert Fisk yazısında "dostlarımızın çoğunun eli kanlı" diye belirttiği gibi, hiç de özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi ilkeler geçerli değil bu kampanyada.

İkili strateji

Bu noktada Amerika'nın, İslam dünyasındaki siyasal ve ideolojik farklılaşmaları derinleştirecek bir politikadan yana tavır almasını beklemek gerek... Tıpkı 10 yıl önce Körfez savaşında yaşandığı gibi, fonksiyonları ne kadar tartışmalı olursa olsun İslam ülkelerini bir araya getiren platformlar çökebilir. Körfez savaşı sonrası yıllarca Arap birliği toplanamamış, İslam Konferansı iyice işlevsiz hale getirilmiş, İslam dünyasını ilgilendiren en hayati sorunlar karşısında ortak tavır koyamaz hale gelmişti. Ortadoğu bu zayıflık üzerine yeniden dizayn edilerek "barış süreci" başlatılmış, yalnızlaşan Filistinlilere verilen çok az taviz karşılığı İsrail uluslararası meşruiyet elde etmişti. Somali, Bosna gibi kriz bölgelerinde İslam Konferansı'nın aktif tavır alamamasının bir nedeni de Körfez savaşı sonrası parçalanmadır.

Bu dönemde batıcı, laik ve dikta yönetimlerle gerici, dinci ve dikta yönetimleri arasında derinleşecek ayrışmalar hem ABD'nin askeri ve ekonomik stratejisini uygulayacağı coğrafyaya yerleşmesiyle sonuçlanması muhtemeldir. Bu ayrışmanın ideolojik ve siyasi retorik üzerine inşa edileceği muhakkak görünüyor. Batılı değerlerden yana olan diktacılarla karanlıktan yana olan diktacıların savaşı.

Unutmamak gerekir ki, Ortadoğu'da şiddetin kaynağı çoğunlukla Batı'nın desteklediği despotik yönetimlerdir.

Siyasal düzlemde ulus devletler arasında yaşanacak farklılaşmadan daha önemlisi iç politikaya yönelik dizayn daha da önem arzediyor. Müslüman toplumların kendi kimliklerini yeniden inşa etmeleri, medeniyet perspektifli entelektüel, sosyal, hayata dair tüm alanlarda kendilerini yeniden üretmeye yönelik her çaba terörizmle eşleştirecek bir eğilimin ivme kazanacağı şimdiden belli oluyor. Bu uyanışın uç vermesini engellemek, entelektüel olarak Batı'yla hesaplaşacak olgunluğa ulaşmadan bastırılması için McCartizmin devreye girmesi kaçınılmazdır. İslam dünyasının, hem demografik anlamda, hem de tümüyle zihni ve entellektüel anlamda Batı önlerinde boy göstermelerini engellemenin yolu ABD'nin hayli deneyimli olduğu McCartist uygulamalardan geçmektedir...

Kendi ile yüzleşmekten korkan Batı dünyası İslam dünyasının kendine gelmesini engellemek için onu zihnen, fikren hadım edecek yollar aramaktadır. Afganistan'da patlayan bombaların kaldırdığı duman arasında yükselmekte olan global McCartizme dikkat edin.


9 Ekim 2001
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED