|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye için kaygı verici olması gereken, Afganistan topraklarına yönelik, daha doğru bir deyimle Taliban rejimini ve Usame bin Laden'i hedef alan 'askeri operasyon'un başlaması değil. Bunun böyle olacağı ve bu operasyonun ergeç gerçekleşeceği, 11 Eylül'ü izleyen günlerde zaten biliniyor ve bekleniyordu. Türkiye için kaygı verici olması gereken, Türkiye'nin kendisini çok yakından ilgilendiren başdöndürücü uluslararası gelişmelere, 'hükümetsiz' yakalanmış olması. Türkiye'de hükümet şeklinde bir hükümet var ama gerçek anlamıyla bir hükümet yok. Bir başka deyimle ifade etmek gerekirse, Türkiye'de bir 'de jure' hükümet bulunmakla birlikte, 'de facto' bir hükümet bulunmuyor. Bunu, Başbakan Bülent Ecevit'in akıl almaz ataletinden ve Amerika'nın Türkiye'deki yönetime 'muamelesi'nden anlamak mümkün. Afganistan'daki hedeflere yönelik askeri operasyon pazar akşamı saat 19:30 dolaylarında başladı ve dünyanın ileri gelen ülkelerinin liderleri vakit geçirmeden uluslarına ve dünya kamuoyuna seslendiler. Başbakan Ecevit ise ekranlarda bir toplantı çıkışında görüldü ve o da basın mensuplarının soruları üzerine toplam üç cümlelik ne olduğu anlaşılmaz bir şeyler söylemekle yetindi. Ertesi gün (yani dün) yine basın mensuplarının soruları karşısında, Amerika'ya uluslararası terörizm karşısındaki mücadelede destek belirtmekle birlikte, 'operasyon'un 'en kısa sürede tamamlanması' konusunda 'temennileri'ni ifade etti. Ecevit hükümetinin dünyanın çehresini değiştirecek çapta ve boyuttaki gelişmeler karşısındaki tutumu, 'Bunun sırası mıydı şimdi; bu, nereden başımıza geldi' şeklinde. Oysa, Amerikan Yönetimi, ısrarla bunun çok uzun sürecek ve 'sabır gerektiren' bir mücadele olduğunu vurguluyor. Ankara'nın bu 'titrek' tutumu, Washington'da da belli ki not ediliyor. Ediliyor ki, 'operasyon'un başlayacağına ilişkin haberi, ABD Başkanı George Bush değil, ona 'vekaleten' Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e iletti. Dikkat edin: Sezer'in 'muadili' Cheney değil; Bush. Ve, Cheney, söz konusu 'bilgi'yi NATO üyesi müttefik Türkiye'ye, Başbakan Ecevit'i arayarak aktarmıyor; Ahmet Necdet Sezer'e aktarıyor. 11 Eylül'den tam on gün sonra Bush, Türkiye'ye ilk telefonunu da Ecevit'e değil Sezer'e yapmış ve Amerika'nın taleplerini sıralamıştı. Körfez Krizi günlerini, on yıl öncesini hatırlayın; Amerika Başkanı baba Bush ile Turgut Özal'ın yaptığı telefon görüşmelerinin sayısını unutmuştuk. Bush'un Turgut Özal kadar sıklıkla konuştuğu bir tek İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher vardı. Özal'a yakın oranda konuştukları ise Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand ve Almanya Şansölyesi Helmut Kohl idi. Bu son 'uluslararası gerilim'de bu kez oğul Bush'un en üst düzeyli 'temas trafiği'nde ilk sırayı yine İngiltere ve Tony Blair alıyor ama Turgut Özal'ın şahsında Türkiye'nin konumuna, Rusya ve dolayısıyla Vladimir Putin yerleşmiş gözüküyor. Böylesine geniş çaplı 'uluslararası ihtilaflar', bir yönüyle yeni uluslararası düzenin oluşumunu ve bu oluşumdaki 'ülkeler hiyerarşisi'ni yansıtır. 'Ülkeler hiyerarşisi'nin tepelerinde bulunmak, hem 'ulusal çıkar' açısından; hem de uluslararası boyuttaki gelişmelerin yönünü etkilemek bakımından önemlidir. Türkiye, burada geri kalmıştır. Kendisinin de içinde bulunduğu bir coğrafyada, üstelik dünyanın 'tek Müslüman kimlikli NATO üyesi' olmasına rağmen geri kalmıştır. Geri kalmıştır; çünkü Türkiye'de 'de facto' anlamda bir hükümet yoktur. 'Uluslararası kriz iklimi'ne Türkiye, sadece 'ekonomik kriz'de iken değil, 'yönetim boşluğu' noktasında da yakalanmıştır. Hiç kimse 'askeri otorite'nin, uluslararası güvenlikle ilgili gelişmelerde, bu 'boşluğu' kapayacağı duygusuna ve rehavetine kendisini kaptırmamalıdır. Zira, bu gibi durumlarda 'askeri otorite'nin ciddi anlamda bir 'sivil kılavuzluğa' ve 'yönetim'e ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç, sorunun çok 'veçheli' ve çok 'cepheli' olmasından kaynaklanıyor. Yüzyüze bulunulan 'sorun'a ilişkin olarak Afganistan'daki hedeflere yönelik 'askeri operasyon', işin sadece bir yönüdür. 'Askeri operasyon' boyutunun çok ötesine geçen 'siyasi, diplomatik, ekonomik, mali ve yasal' cephelerde 'uzun süreli bir mücadele' ve 'süreç' söz konusu. BM Güvenlik Konseyi'nin bir süre önce aldığı uluslararası terörizme ilişkin 1373 sayılı karar, terörizmin mali kaynaklarının izlenmesi ve kurutulması, kara para aklanmasının durdurulmasını, ekonomik araçlar ve mekanizmaların ve uluslararası bankacılık sisteminin 'saydamlaştırması'nı öngörüyor. Nereden baksanız, 11 Eylül 2001'de açılan 'yeni dünya sayfası' Türkiye'yi her yönüyle çok yakından ilgilendiriyor. Daha önce de değindiğimiz gibi, 11 Eylül 2001'de dünyada bir 'paradigma değişikliği' meydana geldi. Bundan önceki 'konvansiyonel araçlar' ve 'yöntemler'le bu 'paradigma değişikliği'ni anlamak, değerlendirmek ve yeni oluşacak dünyaya adapte olmak mümkün gözükmüyor. Türkiye'deki sorun da burada: Ecevit ve ortakları, yani hükümet bu 'paradigma değişikliği'ni kavramış değil; bununla başedebilecek yapıda da değil. Amerika, BM'ye 'askeri operasyon'un Afganistan'ın dışında da söz konusu olabileceğini bildirdi. Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Irak'tan 'düşman' olarak söz etti ve 'Irak gibi ülkeler için geleceğin zor olacağı'nı açıkladı. Türkiye'nin haritadaki yerine bir göz atan, Türkiye'nin geleceğinin de ne denli güçlüklerle karşı karşıya olduğunu görür. Afganistan topraklarına düşen Tomahawk füzeleri ve bombaların toz bulutu dağılır dağılmaz, Türkiye'de hükümetin, ülkenin yakasından düşmesi, Türkiye'nin yakasının 'acz'den kurtarılması konusu gündeme gelecektir. Gelmek zorundadır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |