|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
11 Eylül'de Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon'a yapılan saldırıyla başlayan ve Pazar akşamı Amerika'nın operasyonunuyla yeni bir aşamaya giren süreçte bir nokta çok açık biçimde ortaya çıktı. İslam dünyasının yakından ilgilendiren bu süreçte bu dünyanın belirleyici bir rolü yok. Dahası New York ve Washington'daki saldırının Bin Ladin ve örgütü tarafından yapıldığına dair Amerika'nın müttefiklerine sunduğu kanıtlardan bilgi sahibi olduğu da şüpheli. Muhtemelen İslam ülkelerinden Amerika'nın ikna edici delillere sahip olduğu noktasında Ecevitvari bir teslimiyet bekleniyor. Bu teslimiyet içinde İslam dünyasının bütün rolü bu operasyonun gerektirdiği şekli müsadeleri vermek ve icabettiği kadar kolaylık sağlamak. Bütünüyle seyirci konumunda bir rol. Bu neden böyle? Her şeyden önce İslam dünyasını oluşturan devletler ne ekonomik ve siyasi ve ne de askeri bakımdan güçlüler. Bu sebeple de kendi başlarına bir politika belirleyecek ve bunu uygulayacak imkana sahip değiller. Dahası bu ülkelerdeki yönetimler halkın iradesine dayanmadığı için onun tercihleri ışığında bir politika belirleme ve uygulama mecburiyetleri de yok. İslam ülkelerinin birbirinden kopuk politikaları çoğu kere yöneticilerin kişisel çıkarları istikametinde yaptıkları tercihlerle şekilleniyor. Aslında İslam ülkeleri kendi politikalarını belirleme ve uygulama noktasında zannedildiği kadar zaaf içinde değiller. Kendi aralarında belirli rasyonel uzlaşma ve iştirak noktaları bularak güçlerini birleştirebilir, böylece hem siyasi ve ekonomik açıdan, hem dünya siyasetindeki rolleri bakımından bugünkünden farklı bir konumda olabilirler. Ancak bu yöndeki teşebbüsler her ne hikmetse bugüne kadar hep akamete uğradı. Söz gelişi İslam Konferansı Teşkilatı belli bir etkinliğin ötesine hiç geçemedi; en hayati problemleri kuru demeçlerle geçiştirmekten öte bir şey yapmıyor. Bir zamanlar Türkiye'nin de içinde yer aldığı bölgesel ittifaklar (CENTO gibi) çok sınırlı bir işlerlik alanına sahip oldu. Arap Birliği Teşkilatı Filistin meselesine verdiği siyasi destek dışında Arap ülkelerinin herhangi bir meselesini çözemedi. Irak'ın Kuveyt'i işgalini, Cezayir iç savaşını önleyemedi. Necmettin Erbakan'ın başlattığı D-8'ler hareketi aslında ümitli bir başlangıçtı, rasyonel temelleri vardı, ama yürümedi. Türkiye 28 Şubat sürecinin korkuları sebebiyle kendisinin başlattığı bu harekete ilk önce kendisi sıcak bakmadı. Belki de 28 Şubat sürecinde bu gelişmenin de rolü var. D-8'in en güçlü üyeleri Türkiye, Pakistan, Malezya, Endonezya'nın kuruluşun akabinde karşılaştıkları siyasi ve ekonomik problemler sadece Türkiye'nin değil, diğer ülkelerin de önünün kesildiğini düşündürüyor. Sonuç olarak İslam dünyası kendi içinde etkili bir örgüt oluşturamadığı için bu dünyadaki problemlerde bir insiyatif sahibi değil. Bosna-Hersek gibi Batı'nın da güvenliğini ilgilendiren durumlarda Amerika'nın müdahalesiyle belli bir ilerleme sağlanabiliyor; Filistin gibi, Çeçenistan gibi Batı'yı doğrudan ilgilendirmeyen bölgelerde Müslümanlar kendi kaderlerine terkediliyorlar. Aynı terkedilmişlik Cezayir gibi, Afganistan gibi dahili problemi olan ülkeler için de geçerli. Afganistan olaylarının bir kere daha hatırlattığı bu gerçek üzerinde durmamız gerekir diye düşünüyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |