T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tarih'in tatilden dönüşü

Amerikanın fırlattığı akıllı füzelerin hedef şaşırıp Afgan köylerini yerle bir edişinin bölgenin ve dünyanın geleceği açısından ne ifade ettiğini düşünmek zorundayız. Çöken gökdelenlerin yıkıntıları arasından yükselen hegomonik hayalet ABD, bombaladığı Afgan köylerinin enkazından insanlık adına nasıl bir adalet, ahlak, düzen anlayışı yükseltebilir? Olanca acımasız yüzüne rağmen savaşın bir gün bitecek olması bu temel sorunun ertelenmesini meşru kılmaya yetmiyor.

11 Eylül saldırısı ve onun ardından ABD'nin başlattığı savaş, soğuk savaşın bitişiyle başlayan iki tartışmayı gündeme getirdi. Francis Fukuyama'nın gündeme getirdiği Tarihin sonu tezi ve Huntington'un kuramsal çerçevesini çizdiği medeniyetler çatışması. Fukuyama bu olaydan sonra "hala tarihin sonundayız" diyerek tezini tekrar gündeme getirdi. Öte yandan Batıda bir çok entellektüel ve siyasi çevre medeniyetler çatışması tezine de dört elle sarılan bir yaklaşım sergiledi.

Fukuyama'nın tarihin sonu ile "liberal demokrasi ve kapitalizm gibi kurumlarla tanımlanan, modernliğe doğru ilerleme"den başka insanlığın alternatif arayışının kalmadığı iddiasını tekrar gündeme getirdi. Sonlu tarih anlayışının Batı düşüncesindeki yerine (dinlerin sonu, ideolojilerin sonu vb.) ve bunun ne gibi çelişkiler içerdiğine girmeden hemen belirtmekte yarar var: ABD bu harekatı ile tarihin sonu tezinden çok tarihin tatilden dönüşünü göstermiş oldu. Yani Amerika, insanlığın tarihi koşusu içinde arayacağı başkaca medeniyet alternatifinin kalmadığına inanan, değerler sistemi açısından özgüveni olan bir siyasi gücü temsil etmediğini gösterdi. ABD'nin oluşturacağı yeni uluslar arası sistem ve karanlık Afganistan'a (ve doğal olarak İslam dünyası) sonu ilan edilen tarihe iman etmemiz ve saldırıları meşrulaştırmamıza yetmiyor.

Amerikan saldırılarını meşrulaştırmak ve batı blokuna dahil (demokratik, laik) tek Müslüman ülke olarak Türkiye'nin de bu saldırılarda aktif, öncü bir rol üstlenmesini savunanların gerekçeleri daha bu kuramsal çerçevede geçerliliğini yitiriyor. ABD yeni bir dünya sisteminin öncülüğünü, değil eskimiş, çökmekte olan bir sistemin ömrünü uzatmak için yeni bir düşman tanımına uygun düşman hedefler oluşturmaktadır. Bu açıdan, ABD'ni gerçekleştirdiği (ve gerçekleştireceği) saldırılara değil aktif olarak katılmak, zihinsel olarak destek olmanın en azından ahlaken izah edilir bir yanı yoktur.

Başlatılan savaş, Fukuyama'nın iddia ettiği gibi insanlığın kapitalist, liberal sistemden başka alternatifinin kalmadığını değil ABD öncülüğündeki sistemin ayakta kalabilmek için ahlaken ve hukuken malul yöntemlere başvurmak zorunda kaldığını gösterir.

Uluslar arası komplonun ateşlediği 11 Eylül saldırısını kim/ler/in yaptığı bundan sonra olacakların yanında önemini yitiriyor. Ancak olacakları nedensellik ilişkisi içinde doğru okuyabildiğimiz takdirde kimin ve niçin yaptığını da kestirebiliriz. (Bu konuda, Yeni Şafak'ta Mustafa Özel'in bir hafta önceki yazısına dikkat çekmek isterim.) Ve sadece Türkiye değil tüm İslam aleminin ve hatta uluslararası sistemin bilinçli savaşa doğru çekildiğini (siz buna komplo da diyebilirsiniz) görebilirsiniz. Son yüz yılda yaşanan iki dünya savaşının nedenleri ile sonuçları arasındaki ilişkiye göz atmak, yaşananları anlamlandırmak için yeterince ip ucu veriyor.

Amerika'nın bugün Afganistan'a, yarın başka bir İslam ülkesine saldırmasını meşru ve haklı kılacak nedenlerin hiç biri inandırıcı değil. Bu inandırıcılık sorunu sadece 11 Eylül saldırısının arkasında bizzat Usame bin Laden olup olmamasından çok; Müslümanların Müslümanlıklarından beslenen böyle bir yaygın, etkin bir terör şebekelerinin gerçek olup olmadığı ile ilgilidir. Uluslar arası sitemin kendi iç çatışmalarının kullandığı figüranlar; bunları kullanmaktan beis görmeyen, tarihte hiç de ilk olmayan hegomonik güçlerin yarışı söz konusu. Ve bu yarışı evrensel, alternatifsiz olduğunu iddia ettiği değerler için göze aldığını tüm dünyanın inanmasını isteyen ekonomik, askeri, siyasal yapılanmalar söz konusu.

The Economist dergisinin sorduğu, "Batı İslam'la barış içinde yaşayabilir. Belirsiz olan, İslam'ın Batı'yla barış içinde yaşayıp yaşayamayacağı" sorusu tarihi anlamda da güncel anlamda da gerçeği ifade etmiyor. Müslümanların tarihsel olarak tecrübe ettiği çok kültürlü yapısının Batının modern zamanlarda keşfedebildiği yüzeysel pluralizmle karşılaştırılamayacak kadar zengin oluşu bir yana; bizzat batının zaafına işaret ediyor. Her şeyden önce bu yaklaşım, İslam dünyasını köşeye sıkıştırmaya, müdahaleyi meşrulaştırmaya yönelik tam bir tuzak sorudan ibaret. İkincisi; Batının maddi gücü ve uygarlığının ne denli parlak oldugu vurgusu, kendi dışında farklı kültürlere, hayat tarzlarına müdahale hakkını saklı tutan bir totalci zihniyeti ele veriyor.

Sonuç olarak:

-ABD, dünyaya yeni bir sistem sunamayacak kadar evrensel değerler açısından malül durumdadır.

-Soğuk savaş dönemini bitirmek şöyle dursun bu dönemi sürdürmeye çalışmaktadır. Oluşmakta olan bölgesel güçlere karşı stratejik avantajını korumak için krizler çıkarmakta, muhtemel muhalefeti devre dışı bırakacak ideolojik söylem inşa etmektedir. Bu nedenle tanımı yapılmamış terörizmle İslam dünyasına işaret edilmektedir.

Uzun vadede ABD bu stratejisin yürütebilmesi için İslam dünyasından da müttefiklere ihtiyaç duymaktadır.

İslam dünyasına yönelik laik kuşak oluşturma gayretleri bunun işaretidir.

-Daha çok Fransız jakobenliğini hatırlatan laikci projeler (global McCartyizm veya global 28 Şubatcılık şeklinde formüle edebilirsiniz) İslam dünyasındaki toplumsal ve siyasal yapıları etkileyecektir. Bombalar sadece Afganistan'a düşse bile ideolojik bombalar, nükleer serpinti halinde geniş bir alanda etkisin gösterecektir.

-Afganistan'a yapılan saldırıyı desteklemek sanıldığının aksine, daha özgür, despotik rejimlerden kurtulmuş bir İslam dünyasının oluşumundan yana olmak anlamına geldiği söylemek mümkün değildir.

- ABD'nin terörle mücadele adına attığı her bomba karşısında heyecanlananlar (ahlaki ve stratejik boyutu bir yana) daha baskıcı bir siyasi coğrafyanın oluşması için alkış tutuyor demektir.

Tarihin sonu; ABD eli ile insanoğlunun farklı alternatifleri, kültür ve hayat biçimlerini yok ederek yok sayma siyasetine işaret eder hale gelmiştir. Medeniyetler çatışması tezi içerdiği çatışmacı muhtevaya rağmen yine farklılıkları var kabul eden bir yaklaşımdı.

- Tarihin sonu tezi ise; İslam dünyasında özgürlüklerin sonunu formüle etmekten başka bir anlam ifade etmiyor.


16 Ekim 2001
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED