T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Batı "Türkiye modeli"ni niye sever?

"İslâm'la ilişkiler" konusundaki "Türkiye modeli"nin sancılarını dünkü yazımda değerlendirdim. Bugün, "Türkiye modelinin Batı tarafından neden sevildiği" konusuna temas etmek istiyorum.

Evet, böyle bir sevgi tezahüründen söz etmek mümkün. Bu Türkiye'de bir çevreyi mutlu da ediyor. Hatta zaman zaman Batı ile işbirliği yapıp, İslâm dünyasına "Türkiye modelinin ihracı misyonu" bile gündeme gelebiliyor. Bu tür duygular, İslâm ülkelerinin bir biçimde Batı ile kapıştığı dönemlerde daha da yoğunlaşıyor?

İşte bu noktada "Batı Türkiye modelini niye seviyor?" diye bir soru sormak anlamlı gibi geliyor bana. Sahiden neyini seviyor bizim modelimizin Batı? Bizim laik yorumumuzda ne buluyor?

Meselâ Osmanlı'nın pekçok milleti barış içinde yaşatan İslâm yorumunu mu seviyor Batı, yoksa zaman zaman laiklikle bütünleşen "daha sınırlı bir İslâm" yorumunu mu?

Burada, Türkiye'nin Müslümanlığı konusunun, Osmanlı'nın her döneminde Batı ile ilişkilerde sorun olduğunu hatırlamamız lâzım. Başlangıçta Osmanlı güçlüydü ve İslâm "fetih hareketi" biçiminde görülüyordu Batı'ya. Osmanlı'nın zayıfladığı dönemlerde -ki bu dönem Batı'nın da Osmanlı topraklarını sömürge alanı olarak gördüğü dönemlerdir- İslâm ortak paydası, sömürgeciliğe karşı bir ortak direnç kalkanı olarak algılandı. "Hilâfet" duyarlılığı, özellikle İngiltere için çarpışılması gereken bir alandı.

Türkiye Cumhuriyeti kurulurken yönetici kadrolar, en azından Batı'nın elinden bir vatan kurtarabilmek için, Batı ile sömürge alanlarında savaşmamayı tercih ettiler. Zaten gücümüz de yoktu. Bu yaklaşım, İslâm ortak paydasının siyasî boyutlarından vazgeçmek anlamına gelmekteydi. Hilâfet'in kaldırılmasında en ağırlıklı sebebin, sömürgecilerle çatışmamak olduğu bilinen bir gerçek. Bu noktada Batı'ya şöyle bir mesaj verildiği söylenebilir: Biz İslâm'ı sizinle ilişkilerimizde bir mücadele aracı olarak kullanmayı düşünmüyoruz. İslâm ülkelerinde İslâm'dan yola çıkan bir direnç oluşturma yolunda çabamız olmayacak. Lozan atmosferi bu mesajla yüklüydü.

Bu yaklaşımın siyasal sistem olarak ifadesi de laiklikti.

Bu, 2. Abdülhamid'in "hilâfet politikası"ndan büyük tedirginlik yaşamış Batı için elverişli bir çerçeveydi.

Türkiye, hiç şüphesiz Batı'nın deyim yerindeyse bir "İslâm enternasyonali" karşısındaki duyarlılığını bildiği için, geçen 80 yıl süresince bu çizgisini korudu. Hakim sistemin İslâm'la ilgili alanı "güvenlik çerçevesi" içinde değerlendirmesinin altında da bu yaklaşım vardır. Türkiye'nin Sovyet Rusya ile ilişkiler sebebiyle aynı hassasiyeti Türk toplulukları ile ilişkilerde de gözettiği biliniyor.

Bugüne gelince...

Biz ne kadar, İslâm'la ilişkileri laik çerçeveye oturtmayı, bir "yaşam tarzı" meselesi olarak önemsersek önemseyelim, bunun Batı için de bu yönüyle anlamlı olduğunu söylemek zordur. Yani "Batı bizim Batılı toplumlar gibi yaşamamızdan çok memnun" tarzındaki bir söylemin çok önemli bir gerçekliği yoktur. Aynı tarzda "Batı, bizim laik demokratik düzen içinde tıpkı kendisi gibi güçlü hale gelmemizi ister" tarzındaki yaklaşımların da ayağı yere pek basmaz.

Batı, Ortadoğu'daki çıkarlarından yana olduğu sürece Suudiler'in ne krallığından ne de İslâm'ı "şeriat" olarak algılamasından rahatsız değildir. Petrolü onların istediği fiyat ve miktarda sağladığınız, pazarı onların istediği çerçevede açık tuttuğunuz sürece ne totaliter yapınız rahatsız eder Batı'yı, ne de halkınızın İslâm'ı algılayış, yaşayış biçimi... Onun için kendi çıkarlarını tehdit eden Sovyetler'e karşı bir kısım Müslüman'ın eline silah vermek ve onlara "Sovyet askeri nasıl öldürülür?"ün talimini yaptırmak asla ve kat'a terör değildir!

Son zamanlarda Batı'nın İslâm'ı bir problem olarak algılamasının altında ne var?

İslâm dünyasında İslâmî bilinçlenmeye paralel olarak gelişen Batı sömürgeciliğinin sorgulanması var? Açıkça insanlar, "Biz bu petrolü (veya başka kaynakları) kendi çıkarlarımıza öncelik vererek değerlendiremez miyiz?" diye sormaya başlayınca ve bu sorgulama, İslâmî bilinçlenme ile paralel gelişince Batı'nın içine kurt düştü. "Sığırcığın gözü açıldı" diye algıladılar olayı ve sığırcığın gözünü açtığına inandıkları şeyi "yeni düşman" diye algılamaya başladılar. Bu, 19. yüzyıl sonundaki "Hilâfet Hareketi" karşısında oluşan tedirginliğe benzer bir tedirginliktir.

Şimdi tekrar sorabiliriz: Batı Türkiye modelini neden seviyor?

"Türkiye modeli" böyle bir sorgulama zihniyeti içinde bulunmadığından seviyor.

İkinci soru: Batı, "Türkiye modeli"ni sevmesine rağmen, Türkiye'deki İslâmî gelişmelere neden kuşku ile bakıyor?

Bu bilinçlenme süreci içinde, sorgulayıcı bir öz bulunduğunu düşündüğü için...

Ben şunu biliyorum: Amerika'ya desem ki, senin bir dediğini iki etmem, üstelik bölgedeki çıkarların için de en sağlam atlama taşı ben olurum. Bölgedeki tüm itibarımı senin çıkarlarını kolaylaştırmak için kullanırım.... desem, Amerika ne benim başörtümle uğraşır, ne İmam Hatiplerim'le, ne İlahiyatlarım'la... ne din eğitimimle... Ne de kimi siyasî partiler, çifte standartlarla kapatılma derdi yaşar?

Onun için kimse, "Batı bizim Laila'mızı, televolelerimizi, best modellerimizi seviyor" diye zil takıp oynamasın... Öyle takıntıları yok sömürgecilerin... Zahir Şah, Şah Pehlevi, Cezayir Cuntası, Tunus diktası ve "bizim oğlanlar işi başardı" mesajı ve darbeci Pervez Müşerref... Batı bunlarla da pekalâ bir arada yaşayabileceğini gösteriyor...

Gerçeği anlamakta zorlanan varsa şu soru üzerinde de düşünebilir:

-Türkiye, bugünkü "laik-Müslüman-demokrat" modeli ile İslâm dünyasında bir bütünleşme sağlasa ve özgün bir İslâm dünyası birlikteliği oluştursa, bu Batı dünyasını çok mutlu eder mi? Yoksa hemen "Bunlar nereye gidiyor?" diye bir sorgulama başlar mı?


16 Ekim 2001
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED