T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Aşk Cafe'den laiklik dersi

11 Eylül terörü, İslâmiyet üzerindeki tartışmaları alevlendirdi. Kimi, meselâ Yaşar Nuri Öztürk, Hanefi mezhebi de dahil bütün mezheplerin ve tarikatların, İslâmiyet'i yıprattığını ileri sürüyor ve Taliban'ın, Hanefi fıkhını özenle uygulanmaktan başka bir şey yapmadığını belirtiyor. (Star - 14 Ekim 2001) Kimi (laik kesimin bazı temsilcileri) 28 Şubat'ın haklılığını vurgulamak için bu fırsatı kullanıyor. Birtakım insanlar ise, dincileri, yeterince Taliban'a karşı çıkmadıkları için eleştiriyor, kınıyor, hatta zaman zaman yerden yere vuruyor.

Aşk Cafe

Geçenlerde Flash TV'de Savaş Ay'ın "A Takımı" programına katıldım. Baktım bu toplantılarda da aynı hava esiyor. Estirenlerin adını vermeyeceğim ama konuşanlar, "laik - Atatürkçü" kesimin iki temsilcisiydi. Merve Kavakçı olayı bile gündeme geldi. Neredeyse başörtüsü tartışması başlayacaktı...

Oysa, dinin her türlü tezahürünü toplum hayatının dışına çıkarma gayreti, kutuplaşmayı derinleştirdiği ölçüde, barışı da dinamitliyor. Bu düşüncemi, geçen Pazar yaşadığım bir olayla açmak isterim.

Kuruçeşme'de "Aşk Cafe" adını taşıyan bir kahvehane var. Özellikle Pazar günleri, hava da güzel olunca, bu mekân cıvıl cıvıl bir gençlikle dolup taşar. Geçtiğimiz hafta bir ara ben de Aşk Cafe'ye uğradım. Baktım iki ayrı masada, başı açık, başı örtülü genç kızlar erkek arkadaşlarıyla oturmuşlar, sohbet ediyorlar. Aralarından tesettürlü olan biri, (Fatih Üniversitesi'nde okuyormuş) yanıma geldi; beni bir konuşma yapmam için üniversitelerine davet etti.

Türkiye'de dindarlarla (yani dinin emrettiği gibi yaşayanlarla), diğer Müslümanlar arasında, bir kopukluk mevcut. Bu iki kesimin birbiriyle kaynaşacağı yerlerin başında üniversiteler geliyor. Başı örtülü kızları, üniversitelere sokmadığımız takdirde, onları modern dünyanın da dışına atmış oluyoruz. Her türlü birlikte yaşama zeminini dinamitliyoruz. Her iki kesim, birbirinden farklı mekânlarda, apayrı hayat tarzlarını sürdürmeye devam edecekler.

Bu, iyi mi?

Tekrar söylüyorum. Eğer Merve Kavakçı, Parlamento'da kalsaydı, bilgisayar mühendisi bu genç kadın, temsil ettiği camianın modernleşmeyle uyumunu da hızlandıracaktı. Korkulacak bir şey olmadığı anlaşıldıkça, insanlar birbirini tanıdıkça, samimi bir kaynaşma meydana gelecekti. Üniversitelerdeki problem de belki daha kolay halledilecekti.

Haksızlık ve adaletsizlik temelinde barışı sağlayamazsınız.

İslâmcı terör (!)

Amerika'yı vuran teröre bakınca da bu sonuca varıyoruz. Hizbullah ve Hamas, Müslüman oldukları için değil, Filistinliler haksızlığa uğradığı için, kuruldu. Nitekim, Kuzey İrlanda'da Katolikler ile Protestanlar arasında bir mücadele var. Ama kimse İngiltere'ye karşı Katolik teröründen söz etmiyor. "İRA terörü" diyor.

Usame Bin Ladin veyahut Taliban'a Müslüman camianın bir bölümü sempati ile bakmaya başlamışsa, bunun sebebi Afgan halkının üzerine yağan bombalardır. Irak'a uygulanan ambargo yüzünden Irak halkının, çoluk çocuk genç ihtiyar herkesin perişan hale gelmesidir. Sempati duyulan kişi Saddam Hüseyin değil, Irak'ta yaşayan insanlar.

Amerikan halkı bu gerçeği öğrenebilse, belki bataklık çok daha çabuk kuruyacak.

Esasında terörün de doğru bir tarifi yapılmıyor.

Evet, terör, gerekçesi ne olursa olsun, masum halka yönelen her türlü şiddet eylemidir. Bununla birlikte, durduğunuz noktaya göre değerlendirmeler değişmektedir.

Mandela'dan Arafat'a terör

Bence gazeteci Can Dündar, terörün farklı algılanışını 29 Eylül 2001 tarihli yazısında çok güzel anlatıyor: "80'lerde Ruslar, Komünist Afgan Hükûmeti'ni devirmeye çalışanlara terörist diyorlardı. Onların, Batı medyasındaki adı ise 'Afgan mücahitler' idi. Arafat, 1970'lerde, Batı'nın gözünde terör örgütü lideriydi. Bugün Filistin Devlet Başkanı. Aynı şey Şaron için de geçerli. Başbakan olunca, Şatilla katliamcısı sıfatı unutulmadı mı? Irkçı Güney Afrika Hükûmeti'nin "terörist" ilân ettiği Mandela, bugün saygın bir dünya lideri değil mi?"

Çok uzağa gitmeye gerek yok. Milli Mücadele'de, İstanbul Hükûmeti, Mustafa Kemal'e terörist sıfatını yakıştırmamış mıydı? Müdafai Hukuk Cemiyetleri çerçevesinde Kurtuluş Savaşı'nı yürüten yerel kuvvetler işgalcilerin gözünde acaba neydiler? Vatansever mücahitler miydi? Yoksa merkezi otoriteye başkaldıran zorbalar mı?

Akit'ten Hasan Karaya da aynı soruyu soruyor: "İstiklâl Savaşı'na işgal güçleri penceresinden bakarsak, Sütçü İmam'a da pekâla terörist diyebiliriz. Çakırcalı ve Demircili efelere de pekâla terörist dememiz gerekiyor. Çünkü işgalci Yunan askerleri ile çarpışmışlar, kurdukları pusularla epeyce zayiat vermişlerdi."

Hatta bu durumda, Galip Hoca kılığında Ege'yi örgütleyen Celâl Bayar dahi, terörist sayılabilir.

Baktığınız pencere çok önemli.

Bütün bunları 11 Eylül terörünü meşrulaştırmak için yazmıyoruz. Maalesef, Türkiye'de aşırı Amerikancı olan bir kesim, bu gibi gerçeklerin telâffuz edilmesinden hoşlanmıyor.

Bir kere Ladin'i lânetleseniz bile, bin kere daha lânetlemeniz isteniyor.

Oysa teröre karşı olmak başka, bunun sebeblerini açık seçik yazarak, şiddeti besleyen bataklığı işaret etmek başka. Türkiye'nin Müslüman halka karşı bir ittifakta yer alırken, çok dikkatli ve özenli davranmasını istemek de bizlerin hakkı.

Nasıl bir iz?

Bununla beraber, Türkiye, ABD'nin oluşturduğu koalisyonun mutlaka içinde olmalıdır. Bu mecburiyetin gerekçesini büyükelçi Şükrü Elekdağ bir özdeyişle ortaya koyuyor: "Tarlada izi olmayanın harmanda sözü olmaz"

Ama nasıl bir iz bırakacağımız konusunda karar sahibi gene biz olmalıyız. Amerika'nın peşine takıldığımız izlenimini vermek, kendi bölgemize bizi hem yabancılaştırır, hem de siyaseten yıpratır.


16 Ekim 2001
Salı
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED