T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Nostaljiden bahsetmiyoruz

Tüm dünyanın gündemini işgal eden savaş ortamında gündemin aldatıcı yoğunluğunda boğulmadan yarına ilişkin bir şeyler söylemek gerçekten zor. Gündemi aşan, yarınlara ilişkin perspektif geliştirebilenlerin de medyatik kirlilikten nasibini almış kitleler tarafından anlaşılması, söylediklerinin doğru anlaşılması daha da zor.

Amerika'nın terör saldırısı sonrası geliştirdiği yeni konsepte ilişkin Türkiye'de yapılan tartışmalar bıktırıcı bir tekrarlamaya dönüştü. Her şeyden önce Amerika ve NATO'nun terör konsepti sanıldığı gibi hiç de yeni ortaya çıkmış bir söylem değildi. 11 Eylül saldırısı bu stratejinin uygulanması için düğmeye basılmasına neden oldu.

İkinici olarak terör ve İslam tartışmalarının ısrarla Müslümanlar, Müslümanlık ve İslamcılık çerçevesine çekiliyor olması, Türkiye'de, dünya konjönktüründen bağımsız bir olgu olarak zaten sürdürülen din, kültür, Müslümanlık tartışmasını yeni boyutlara taşıdı. Terör ve İslam yakıştırmasının bu boyutlara taşınıyor olmasının Amerika'nın genel İslam politikalarından bağımsız olmadığını tekrarlamakta yarar var.

İslam dünyasının olanca sefaletine, siyasal rejimlerin baskısı altında ezilen yığınların taleplerini sağlıksız tepkilerle açığa vurduğu kitlesel şiddete rağmen İslam medeniyetinin üstün değerlerinden, alternatif sunma yeteneğinden bahsetmek ne kadar inandırıcı olabilir? Gönüllü kolonizatörlerin yapmak istedikleri, tartışmayı İslam ve terör, İslamcılık -Taliban arasına sıkıştırma kurnazlığından ibaret. Özetle söylemek istedikleri, Ortada Amerika diye bir güç var; bir de alternatifsiz Batı medeniyetinin insanlığa kazandırdığı düşünce ve hayat biçiminin tartışılmazlığı... Bunun karşısında terör destekçisi katı Hanefi Taliban ve destekcisi Vahabi Suud fanatizmi.

Bir de ekonomik, teknolojik ve de demokrasi, insan hakları gibi çağdaş gelişim karşısında tam bir gerilik manzarası sergileyen İslam ve dünyası...

İdeolojik kurgu

Bu durum karşısında birilerinin çıkıp da İslam medeniyetinin yenilenmesinden, kriz içindeki Batı medeniyetine alternatif olmasından, İslam medeniyetinin entellektüel temellerinin gündeme getirilmesinden rahatsızlık duyması gayet doğal. Bu konular gündeme taşındıkça ideolojik kurgu bozulmakta, ABD operasyonunun medyatik aygıtlarında çatlaklar meydana gelmektedir.

Reel politikalarla ideal gerçekler arasında mesafenin olması kaçınılmaz. Ancak burada, verili dünya şartları içinde İslam ve İslam dünyasının konumu ile ideal İslam arasındaki boşluktan, mesafeden söz etmiyoruz. Etkisini gittikçe globalleştiren Batı sistemi, medeniyet değerlerinin krizi karşısında İslam medeniyetinin sunabileceği imkanlardan bahsetmenin gerçekci olup olmadığı söz konusu. İçerden konuştuğunu iddia eden kimi kalemler, böyle bir şeyden bahsetmenin geçmişin nostaljisiyle oyalanmaktan ibaret olduğu iddiasındalar. Müslümanlar'ı gerçekci olmaya çağırıyorlar.

İslam'ın çağdaş dünya için söyleyeceklerinin kalmadığını, bunu gündeme getirmenin nostaljiden ibaret olduğunu iddia etmekle İslam ve terör, İslam ve Taliban gibi kavramları arasında zorunlu ilişki kurmalarının tesadüf olmadığı ortadadır. ABD'nin başlattığı yeni hegomonik saldırıyı eleştirmeyi terörden yana tavır olarak algılamakta ısrar etmek stratejinin bir parçası gibi görünüyor.

Zaten Amerika'nın Batı kamuoyunun gündemine sokmaya çalıştığı İslam imajının/algısının bu denli provokatif/saptırıcı hedefe yönelmesi bizzat İslam'ın bünyesinde taşıdığı potansiyelle alakalıdır. Huntington'un tarihi olarak da çağdaş dünyada da, İslam'ın sınırlarının kanla çizildiği söylemi ile İslam ve terör algısı bu nedenle örtüş(türül)mektedir.

Müslüman aydınların İslam medeniyetini gündeme getirmelerinin ve bunun entelektüel temellerini inşa yönünde çabalarının Huntington'un medeniyetler çatışması tezini beslediği suçlaması, tartışmanın ısrarla hangi düzeyde tutulmak istendiğinin iyi bir göstergesidir.

Sömürge zihniyetli krallıkların beslediği anlayışın İslam tarihi açısından da İslam düşüncesinin genel çerçevesi içinde de marjinal, şaz görüşler olduğunu başta içerden konuşan yazarlar, herkes gayet iyi biliyor. Bu diktatörlüklerin İslamcılığı değil yaymak, İslamcı akımları içerden çürütme, çağdaş İslam düşüncesini güdükleştirecek yorumları yayma gayretlerini de iyi bilirler. Ortadoğulu diktatör rejimlerin ABD tarafından desteklenmesi ile, söz gelimi, Doğu Türkistan'da Çin baskısına karşı mücadele eden Müslüman Uygurlar'a, İslami oluşumlara acımasız şiddet uygulanması ile komünist Çin yönetimince petrol zengini krallıkların tarihten, gelenekten, entelektüel derinlikten yoksun, İslami gelişimi provoke eden ideolojilerine destek verilmesi arasında doğrudan ilişik mevcut. Aynı durum Sovyet sonrası cumhuriyetlerde de, Balkanlar'da da yaşandı. İslam düşüncesindeki canlanmayı, hareketleri petro-dolar desteğine bağlamak (gecekondularda açılan her caminin arkasında dış yardım arayan zihniyet gibi) Türkiye'nin dinamizmini ihbar etmek anlamına gelir.

ABD'nin yeniden şekillendirmeye çalıştıracağı post-kolonyal dönemin uzantısı rejimleri ve siyasal yapılanmaları savunmak Müslüman kitlelerin hayrına değildir. Ancak, zaten köhnemiş, değişmeyi bekleyen siyasi yapıların, iktidarların yerine kurulacak yeni tür sömürgeci yapılanmaları savunmak da hiç kimsenin hayrına değildir.

Sonuçta, bunca gürültünün ne Taliban ne de bilmem hangi hanedan ya da marjinal örgüt için koparılmadığı kesin. Bunu, tek kültürlü Batı'nın medeniyet krizini İslam dünyasına taşıyarak kendi medeniyetinin ömrünü uzatma gayreti olarak okuyabiliriz.


25 Ekim 2001
Perşembe
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED