|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Beklenen oluyor ve uzayan savaş anlamsızlığını daha belirgin biçimde gündeme getiriyor. Bunun doğal sonucu kapıda: 11 Eylül'de uğradığı uğursuz terör saldırısı yüzünden dünyayı yanında bulan ABD'nin etrafında oluşturduğu ittifak giderek zayıflıyor. İslâm Dünyası'nın ittifak bağı Ramazan'da bütünüyle kopabilir; savaş yüzünden derinleşen ekonomik sıkıntılar ise Avrupa'nın ittifaka katılım şevkini kıracaktır... İslâm Dünyası'nın gönülsüzlüğünde suçun genelleştirilmesi eğilimi yatıyor. Amerika, teröre karşı başlattığı savaşı, 'kanıtları' inandırıcı bulunmasa bile 'suçlu' olarak gösterdiği Üsame bin Laden ile el-Kaide örgütünü aşan bir genişlikte sürdürmek eğiliminde. Dahası, her ülkedeki yandaşları, suçu 'teolojik' bir tartışmaya dönüştürüp İslâm'ı hedefe oturtuyorlar. Bu da, hem kitleleri kışkırtıcı bir etki yapıyor, hem de din konulu tartışmanın içine yönetimleri de çekiyor. Hassas dengeler üzerine oturan din-devlet ilişkisi, sistemi ne olursa olsun, İslâm Dünyası'ndaki ülkelerin istikrarını sarsıcı bu yeni gelişmeden zarar görüyor. Savaşa dönüşen kriz biraz daha sürerse rejimleri sarsan bir fırtına patlayabilir. Avrupa'dan farklı olarak, İslâm ile 'olumsuz' tarihî bir geçmişe sahip olmayışı ABD'nin bir üstünlüğü iken, terörün açtığı krizi iyi yönetememeleri yüzünden, İslâm'dan ve İslâm'ın etki alanındaki coğrafyadan cehâletleri Amerikalılar'ın karşısına bir heyüla gibi dikiliyor. Anti-Semitizm'e karşı cephenin başucu kitabı olarak anıları elden ele dolaşan Anne Frank, hatıra defterinin "22 Mayıs 1944" tarihli sayfasına şu notu düşmüştü: "Bir Hıristiyan'ın yaptığı kendi sorumluluğuyla ilgilidir, bir Yahudi'nin yaptığı ise bütün Yahudiler'e yansır..." Bu tek satıra sığan algılama, bugün, yüzmilyonlarca Müslüman'ın zihin dünyasını etkiliyor. Oklahoma'da ikiyüzün üzerinde insanın ölümüne yol açan bombalamanın fâili genç adam, adı üzerine 'Hıristiyan terörü' yapıştırılmadan elektrikli sandalyede can verdi. Halil-ur Rahman Mescidi'nde namaz kılmakta olan cemaat üzerine ateş açan İsrailli ile dini arasında irtibat kurmak da kimsenin aklına gelmemişti. Bir an suçlamaların doğru olduğunu kabul ederek Atta ve arkadaşlarının Tâlibân'ın koruduğu Bin Laden'den aldıkları emirle saldırıyı düzenlediklerini düşünsek bile, 11 Eylül eylemi, 'İslâm terörü' adına yeni bir yaygınlık kazandırmamalıydı. İslâm inanç sistemi etkisindeki coğrafyada yaşayan herkes, gerçek anlamda Müslüman olmasa hatta farklı dinlerin sâliki olsa dahi, "Terörist" yaftasına muhataptır bugün. Hıristiyan'ın yaptığı yine kendi kişsel sorumluluğudur, hatta 'anti-Semitizm'i suç sayan İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni düzen sayesinde Hz. Musa dinine inananlar da koruma altındalar; sâlikleri içlerinden birilerinin yaptıkları yüzünden hesap verme zorunda olan tek bir din var: İslâmiyet... Anne Frank'ın izinden giderek, "Bir Müslüman'ın işlediği suç bütün Müslümanlar'a yansıyor" diyebiliriz. Geçen üç yüzyılı kasıp kavuran 'anti-Semitik' hava, bugün, o dönemlerin mağdurlarının da katılımıyla 'Müslüman-düşmanlığı' biçimini alıyor. 'Islamophobia' bugünün dünyasının 'anti-Semitizm' akımının adıdır ve maalesef, yüzyıllar boyu Avrupa'da kökleşmiş İslâm karşıtı cephenin içinde yer almamış ABD, 11 Eylül ile birlikte, bu akımın öncüsü haline gelmiştir. Afganistan'a düşen her bomba, Amerikan yanlılarının karıştığı her tartışmada İslâm'a yönelik toptancı her itiraz, savaşın 'Islamophobik' yüzünü biraz daha çirkinleştiriyor... Sahip olduğu silâh gücü sayesinde ABD bu savaşı iddia ettiği gibi yıllarca sürdürebilir ve ekonomik kurumlara hâkimiyeti sebebiyle de etrafında müttefikler bulmaya devam edebilir. Ancak savaşın kirli yüzü, ABD'nin yüzünü de çirkinleştirecektir. Tıpkı Oscar Wilde'ın ruhunu satıp yüz güzelliğini koruyan Dorian Gray tipi gibi, savaşın her yeni dönemi ABD portresini dayanılamaz bir çirkinliğe dönüştürecektir. "Dorian Gary'in Portresi" romanının son paragrafını hatırlayalım. Mâlikânesi çalışanları, yüz güzelliği için ruhunu satan, ancak işlediği her günahla portresinin biraz daha çirkinleştiğini göremedikleri Gray'in cesedini bulmuşlardır: "İçeri girdiklerinde, efendilerinin, hiç bitmeyecek gençliği ve güzelliğiyle en son gördükleri biçimini yansıtan mükemmel portresini duvara asılı buldular. Yerde ise kalbine bıçak saplanmış ölü bir adam yatıyordu. Büzülmüş, yüzü kırışmış ve görünüşü müstekreh bir hal almıştı. O ölünün kim olduğunu ancak yüzüklerini gözden geçirdiklerinde anlayabildiler..." ABD'yi bekleyen tehlike de budur.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |