|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye, 'yumurta kapıya geldiği' için telaşla istediği kadar anayasa değişikliği yapıp, Avrupa Birliği'nin 'izleme raporu'nu etkilemeye çalışsın; Kıbrıs sorununda takınılan tutumla mesafe alması mümkün değil. Kıbrıs, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda, yol üzerine dikilen ve yerinden oynatılması çok zor, ağır bir 'barikat' halinde. Ve, işin en garip yanı Türkiye'nin Kıbrıs konusunda kendisini tam anlamıyla bir 'hareketsizliğe' ve uzlaşmaz görüntüye mahkum etmiş olması. Avrupa Parlamentosu'nun 'Kıbrıs İzleme Raporu'nda yer alan ifadelerin Ankara'nın canını sıkmış olması doğal. Ancak, Ankara diplomasisi, AB kurumlarında Kıbrıs'a ilişkin olarak Türkiye aleyhinde esen havayı değiştirebilecek hiçbir ciddi gayret göstermediği gibi, bilinen ve bugüne dek 'sonuç vermeyeceği' artık kanıtlanmış olan basmakalıp siyaset pozisyonlarını ve söylemi tekrar etmekten başka bir şey yapmıyor. Avrupa Parlamentosu'nda 'Kıbrıs İzleme Raporu'nun kabul edildiği gün, BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Kıbrıs Özel Temsilcisi De Soto aracılığıyla Rauf Denktaş ve Glafkos Klerides'i 12 Eylül'de görüşme yapmak için New York'a davet etti. Klerides, kabul etti. Denktaş, reddetti. Gerekçe: 'Ortak zemin hazır değilmiş"! Kastedilen, tarafların masaya 'eşitlik zemini'nde oturtulmayacağı ve Genel Sekreter'in 'oyununa gelmek' ihtimali. Böyle sudan gerekçelerin, uluslararası ortamda 'inandırıcı' olabileceğine inanan aklı başında tek kişi bulamazsınız. Gelişmeler, Türk Dışişleri bürokrasisini telaşa sevketmiş olmalı ki, 'çevir kazı yanmasın' türünden açıklamalarla, gazete sütunlarında 'Denktaş bu kez haklı' gibi makalelerle durumu kurtarmaya çalışıyorlar. Dışişleri Müsteşarı Faruk Loğoğlu, Denktaş ve kendilerinin, 'görüşmeyi değil tarihi geri çevirdiklerini' söyleyerek, Denktaş'ın defalarca 'Tarih vermeyin, önce zemin hazırlayalım dediğine, ama De Soto'nun tarih açıkladığına' dikkat çekiyor. Ne kadar 'ince' diplomasi ama... Ne kadar 'ustaca', ne kadar 'etkili' ve 'sonuç alıcı'... Denktaş ise gayet 'kalın' biçimde 'Tertiplenen senaryo gereği, Kıbrıs Türk'ü ne konuşulacağı belli olmayan bir masaya götürülmek istenmektedir' diyerek BM'yi eleştiriyor. İnsaf. 27 yıldır 'masada ne konuşulacağı' bilinemiyor mu? Bunu Denktaş bilmiyor mu? Denktaş'ın bu 'manevraları'yla inandırıcı olabilmesi zaten imkansız, zira bugüne dek Kıbrıs sorununun çözümü konusunda ciddi bir isteklilik göstermediği herkesin ve başta uluslararası kamuoyunun malumu. Denktaş, tam anlamıyla 'hamur yoğurmak istemeyen kadın, akşama kadar un eler' tavrı içinde. Bunu 'dış dünya' yutmayınca, 'içeri'ye gaz verilmek isteniyor. Yapılan, düpedüz 'iç tüketim'e yönelik, klasik deyimle 'Türk'ün Türk'e propagandası'... Bu arada, Türkiye'nin AB yolları tıkanıyor; Kıbrıs Türk toplumu büyük bir moral bozukluğuna itiliyor, kimin umurunda. KKTC'den gelen 'dedikodular'da 47 bin kişinin 'Rum pasaportu' için başvurduğu yayılıyor. Bu sayı abartmalı olabilir ama Kıbrıs Türklerinin artan sayılarla, 'AB vatandaşı' olma şansını kaçırmak istemedikleri besbelli. Türkiye halkı da, 'ekonomik kriz'in başından beri, üçte iki oranında AB'yi istemenin üzerine çıkarak, dörtte üç oranında 'AB yandaşı' oldu. İzlenen politika -daha doğrusu politikasızlık- Türk halkının da, Kıbrıs Türk toplumunun da 'ulusal arzuları'na aykırı düşen bir avuç 'şahin'in tutumunun eseri. Denktaş'ın 'AB alerjisi' bilinmeyen bir husus değil. Ortaya koyduğu tutum, eğilimleriyle tam bir tutarlılık arzediyor. Ona söylenecek fazla bir şey yok. Sorun, Denktaş'ı dengeleyen ve zaman zaman yönlendiren Ankara'da. Başbakan Bülent Ecevit bakın ne diyor: "Denktaş işe yarayacak bir toplantı istiyor. KKTC'nin ayrı bir devlet olarak tanınması koşuluyla görüşmek istiyor. Oysa karşı tarafın önerdiği Kıbrıs'taki 1960 Anayasası'nın bile gerisinde sınırlı azınlık hakları." Denktaş'a iş bırakmadan, Ankara, kendi elleriyle AB yolunun üzerine 'barikat'ı dikiyor. Böyle bir yaklaşım olabilir mi? KKTC, 1983 yılında BM Güvenlik Konseyi kararı ile 'ayrı bir devlet olarak kabulü' imkansızlaştırılmış bir antite. Dünyada hangi 'sorun', BM Güvenlik Konseyi kararını hiçe sayan bir uygulamayla çözülebildi? KKTC'nin tanınmasını, çözüm için 'ön şart' haline getirmek, diplomasi dilinde bir 'non starter'dır. Buradan yola çıkmaya kalkarak, hiçbir görüşmeye başlayamazsınız... Üstelik, Türkiye kendi tezi olan 'iki kesimli, iki toplumlu federasyon'un bir BM tezi haline gelmesinden sonra, nasıl olup da 'karşı taraf 1960 Anayasası'nın bile gerisinde azınlık hakları öneriyor' deyip görüşme masasından kaçabilir? 'Karşı taraf' bunu önerse bile, bu, görüşme masasından kaçmak için gerekçe olur mu? Gidin, görüşün, geri çevirin... Aslında 'Kıbrıs'ta şahinlik'le Türkiye'nin AB ufku karartılmak isteniyor. Buna karşı durmak bir 'vatanseverlik ödevi' haline geldi. Türkiye'nin 'vetosu' ile Kıbrıs'ın AB üyeliğinin engellenemeyeceği aşağı yukarı belli olduğuna göre, bu politikayla hem Kıbrıs Türk toplumu, hem de Türkiye'nin 'Avrupa şansı' kaybediliyor...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |