|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bütün önemli cinayetlerin ardından medyanın hal-i pür melali değişmiyor. Korkunç bir saldırganlıkla avının üstüne atılan bir kaplan gibi, gerçek olsun ya da olmasın, herhangi birini bütün Türkiye'nin tanıdığı "sapık bir suçlu" haline getirebiliyor kameralar... Öyle ya, kimbilir ne zaman, mutfağınızda bulaşık yıkarken, bir komşu ihbarını esas alıp, evinizi bir örgüt evi olarak timlere teslim edip, sizi de terörist diye tanıtabilir, aynı anda sülalenizi Türkiye'ye rezil rüsva edebilir kameralar... Kimseye de anlatamazsınız derdinizi işin kötüsü... Üzeyir Garih cinayeti sırasında da medya, bütün önemli cinayetlerde olduğu gibi, yine aynı patolojik cezbeye tutularak, o korkutucu maskesini takıp, ağzından köpükler saçıyor, etrafına parmak sallamaya başlıyordu. Tek suçu bir bıçağı bir yerden bir yere götürmek olan Fuat'ın birdenbire nasıl "Tinerci", "Deli" sıfatlarıyla yaftalandığı, 'katil' diye sunulduğu gözönüne alınırsa, yukarıda verdiğim örneğin çok da ütopik bir misal olmadığı görülecektir. Bu cinayette de çıldırmış bir halde sağa sola saldırma geleneğini sürdüren medya -hem de gazetelerinden televizyonlarına onlarca kurumuyla- cinayette adı geçen kadını tanıyamadı. Yanlış isimler, yanlış resimler günlerce döndü durdu ekranda, sayfalarda... Rating canavarını doyurabilmek uğruna aynı kadını milyonların gözleri önünde kavga dövüş çekiştirerek yeni bir tele-trajediye daha imza atanlar, cansiperane biçimde görevini yapmış olmanın dayanılmaz hafifliğindeler şimdilerde... Toplumun ufkuna, bilincine oturmuş at oynatan medya, bir yandan da gerine gerine ratinglerinin sefasını sürüyor. İşte böyle bir medya sayesinde şiddetin şiddeti doğurduğu bir kaosun bedelini çatır çatır ödemiyor muyuz hepimiz?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |