|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Çorba yenir mi, içilir mi?" Sanırım bu suâle cevap verirken ikinci şıkkı işaretlemekte hiçbirimiz tereddüt etmeyiz. Çünkü bizler çorbayı içeriz ve çoğunluk bir de kaşıkla içeriz. Oysa Almanlar çorbayı yediklerini (Suppe essen) söylüyorlar ve bu durumu da (hiç değilse benim sorduklarım) birşeyi kaşıklamanın o şeyi 'yemek' demek olduğunu iddia ediyorlar; yani çorba'nın bir sıvı olup olmadığını değil, kaşıklanıp kaşıklanmadığını nazar-ı itibara alıyorlar; üstelik kaşık kullanmaksızın çorbayı -özellikle soğuk çorbaları- kâsesinden 'içtikleri' de bilinmez birşey olmadığı halde... Keza Almanlar sigarayı da içmiyorlar, tüttürüyorlar (rauchen). Nitekim bizde de eskiden 'duman' içilmezdi; bilakis 'tütün' tüter; ve tabiatıyla, tüttürülürdü. Ne var ki uzun bir süre önce tüttürmek sözcüğünü bırakıp içmek sözcüğünü seçmişiz; şimdi artık 'sigara'yı tüttürmüyoruz; onu -tıpkı su gibi, tıpkı çorba gibi, tıpkı nargile gibi- içiyoruz. Kısacası katı olanları yiyoruz; gayrını ise -sıvı veya duman olup olmadığını önemsemeksizin- içiyoruz. Ne ilginçtir ki bizler Türkçe'de -sözgelimi- "meslek edinmek"ten, meslek edinme kurslarına gitmekten sözederiz. Almanlar bu mânâya karşılık olmak üzere "meslek yapmak" (Beruf machen) tabirini kullanıyorlar. (İşin garibi Almanya'daki Türkler de hiç düşünmeksizin bu deyimi aynen alıp kullanıyorlar ve ikide bir meslek edinmek için eğitim gördüklerinden söz ederlerken "meslek yaptıklarını" söylüyorlar.) Dillerarası mütekabiliyetsizliklere misâl arayanların işi kolay aslında... Biraz dikkatli bir gözlemle bile iki dil arasında yüzlerce 'karşıtlık' keşfedilebilir. Sözgelimi biz okula 'gideriz'; Almanlar ise okulu 'ziyaret ederler' (besuchen); kezâ bizler hem 'yürürüz', hem 'koşarız' ama Almanlar kelimenin tam anlamıyla 'yürüdüklerini' söylemezler, söyleyemezler. Meselâ rennen sözcüğünü kullansalar, bu fiil, bildiğimiz 'koşmak' (=hızlı koşmak) anlamına geliyor; nitekim das Renen 'yarış' demek, Der Rennfahrer 'yarışçı', die Rennbahn ise 'yarış pisti'... 'Yürümek' karşılığında laufen sözcüğünü kullansalar, bu da yine diğeri gibi 'koşmak' (=hafif koşmak) anlamına geliyor; sözgelimi suyun aktığını, makine'nin işlediğini dile getirmek istediklerinde bu fiilden yararlanıyorlar; zira der Lauf, 'koşu, akıntı, gidiş' gibi mânâlara gelirken; der Läufer da 'koşucu' karşılığında kullanılıyor. Almanların okula 'gitmediklerine', bilakis bu mânâsıyla okulu 'ziyaret ettiklerine' (besuchen) yukarıda işaret etmiştim. Gariplik de burada ortaya çıkıyor ki 'yürümek' karşılığında bu sefer 'gitmek' (gehen) sözcüğünü kullanıyorlar. Bari böylelikle olsun maksatlarına eriyorlar mı? Ne yazık ki hayır! Çünkü bu takdirde de 'yayan gitmek' (zu fuss gehen) şeklinde bir terkib meydana getirmeleri ve 'yayan' olarak (ayakla) gidildiğini bilhassa belirtmeleri gerekiyor. Bir vasıtayla (msl. arabayla, trenle) gidilmesi halinde başka bir sözcük ('fahren'; şayet bu vasıta uçak olursa: 'fliegen') kullanılıyor olduğundan, belki bu durumda gidilen yere 'yayan' olarak gidildiği söylenmiş oluyor ama yine de salt 'yürümek' sözcüğünün anlamı karşılanmış olmuyor. Nitekim sadece 'adım atmak' mânâsı kastedilse, 'schtreiten', 'ayak basmak' mânâsı kastedilse 'treten', 'yaya gezmek' mânâsı kastedilse 'wandern', 'boş gezmek' mânâsı kastedilse 'flanieren' gibi farklı mânâlarda farklı sözcükler var ve fakat yine de salt 'yürümek' mânâsında bir sözcük yok! Bazıları sözlüklerde 'yürümek' fiiline karşılık olarak 'marschieren' sözcüğüne yer verildiğini görüp de aldanmasınlar diye söylemek isterim ki bu kelime de -diğer misâllerden anlaşılacağı üzere- bildiğimiz 'yürümek' anlamına gelmiyor; gündelik dilde de zaten hemen hiç kullanılmıyor. Türkçe'ye de geçmiş olan 'marş' (askerî müzik) veya 'Marş marş!' (askeriyede kullanılan 'yürüyüş komutu') ya da 'Mareşal' (der Marschall) sözcükleriyle ilişkili olarak aslında 'düzenli yürüyüş' mânâsı taşıyor. Bu nedenledir ki "der Marschbefehl, die Marschkolonne, die Marschordnung, die Marschroute" sözcükleri her ne kadar "yürüyüş emri, yürüyüş kolu, yürüyüş düzeni, yürüyüş rotası" olarak çevrilse de kastedilen, o bizim peşinde olduğumuz 'alelâde yürüyüş' değil, en azından son tahlilde 'askerî yürüyüş'... Hâsılı, her dil bir dünya, hem de bambaşka bir dünya... Bir dili öğrenmek, bu nedenle başka bir dünyayı öğrenmek demek... Üzücü olan şu ki kendi anadilinde "kendi dünyalarını" (!) görmekten aciz olanlar, yabancı bir dilde o dilin kendi dünyasını da görmekten mahrûm kalıyorlar. Sanırım, "Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" deyişi yine bizim dünyamızda ancak böylesine trajik (!) bir karşılık bulabilir!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |