T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Amerika, Ecevit'in 'suyunu kaynatıyor' mu?

Amerika'nın yeni başkanı kimse, ilk Avrupa gezisini yapacağı ve katılacağı NATO'nun Brüksel Zirvesi, genellikle, Türkiye'de bazılarına musallat olan "aşağılık kompleksi"ni gözlemek için bir "test" niteliğindedir. Tansu Çiller'in Başbakan olarak katıldığı ve Bill Clinton'un "Amerikan Başkanı" sıfatıyla Avrupa'ya ilk kez ayak bastığı 1993'teki NATO Zirvesi'ndeki maskaralığı hatırlıyorum...

Tansu Çiller, özel uçağında üç gazeteci getirmiş, onlara NATO karargahının girilemez bölümlerine de girebilmelerini sağlayan özel giriş kartları çıkartmıştı. Onlar da, Tansu Çiller'in yapmayı tasarladığı "gösteri"ye tanıklık edip, çok satan gazetelere bunu yansıtmakla görevli gibi çalışmışlardı. Türk basınının tüm meselesi ve NATO Zirvesi'ne bakışı, "Clinton'un Tansu Çiller'e ne kadar yakın davrandığına" şartlandırılmıştı. Tansu Çiller, Zirve'nin ilk gecesi Clinton'un Brüksel'in ünlü Grand Place'ındaki kafelerden birine gidip saksafon çalacağını istihbar etmiş ve o kafede tesadüfen karşılaşılmış gibi bir mizansen yaratmak için gecenin on buçuğunda yanında getirdiği üç gazeteciyle birlikte fırlayıp Grand Place'a gitmişti.

NATO'nun o zirvesi, "genişleme planları"nın ilk kez gündeme geldiği çok önemli bir zirveydi ve büyük Türk basınının ilgilenmediği bir konu varsa, o da buydu...

NATO'nun dün toplanan Brüksel Zirvesi de AGSP (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası)'nin kaderini belirlemek bakımından yine çok önemli bir zirve ve bu Zirve'ye George W.Bush, ilk Avrupa gezisinin başlangıç noktası olarak katılıyor.

NATO'nun dünkü zirvesinde, George W.Bush ile Bülent Ecevit arasında "ikili görüşme" yok. İptal edildi... Bu, Türkiye'de hükümetin geleceği konusunda "alarm zilleri" çaldıracak önemde bir gelişme. Çünkü işin "evveliyatı" var. Buna önceki günkü Hürriyet'te Muharrem Sarıkaya işaret etti. George W.Bush, 9 Mayıs'ta Ecevit'e gönderdiği mektubu şu cümleyle bitiriyordu:

"Sizi, ortak çabalarımızın seyrini gözden geçirmek üzere diğer müttefik liderlerle 13 Haziran'da biraraya geleceğimiz Brüksel'de görmeyi ümit ediyorum."

Bunun "diplomatik dil"de "tercüme"si, "Brüksel'de ikili görüşmeye hazır olun"dur. Nitekim, Ankara bunun hazırlığına girişmişti. Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in geçen hafta ilk yurtdışı gezisine Türkiye'den başlaması da, bu görüşmenin "ön hazırlığı" olarak kabul ediliyordu. Ne var ki, haftabaşında Ecevit'e iletilen bir "bilgi notu"nda Bush'un "programının yoğunluğu" sebebiyle Ecevit'le ikili görüşme yapamayacağı bildirildi. Bunun "diplomatik dil"de "tercüme"si ise, en hafifinden, Amerika'nın Ecevit hükümetine "ciddi bir uyarısı"dır; eğer "sırt çevirmesi" değil ise...

Amerika ile Türkiye arasındaki "sürtüşmeler", Irak konusundaki esaslı yaklaşım farkının yanısıra AGSP konusunda da çıkmış gözüküyor. Oysa, Türkiye ile AB arasında bir itişme-kakışma halini alan AGSP anlaşmazlığında Türkiye, Amerika'ya yaslanmayı tasarlıyordu. AGSP, AB'nin "askeri ayağı"nı ifade ediyor. AB üyelerinin büyük bölümü aynı zamanda NATO üyesi olduğu için, mutasavver "Avrupa Ordusu"nun NATO altyapısından yararlanması söz konusu.

Türkiye açısından "sorun" burada. Çünkü, AB üyesi olmadığı için "karar mekanizması"a dahil olamıyor. Gerçi, geliştirilen "uzlaşma formülleri"ne göre, AB, NATO imkanlarından yararlanacağı durumlarda Türkiye'ye söz hakkı tanıyor ama ya AB kendi imkanlarıyla bir "askeri harekat"a girişirse? Bu hayli "teorik" olsa ve "gerçekçi gözükmese" de, böyle bir halde Türkiye'nin söz hakkı olmayacak. Türkiye, bu nedenle, NATO'da AGSP'ye ilişkin "veto kozu"nu oynayacağını hissettirdi.

Bu "veto kozu", Avrupalı NATO müttefikleriyle AGSP konusunda "uzlaşma" arayan Amerika'nın da canını sıktı. Türkiye'nin tüm kaygısı, AB'nin onayı olmadan Kıbrıs veya Ege'de Türkiye karşıtı bir "askeri harekata girişme" ihtimali. Yalım Eralp'ın deyimiyle "Böyle bir durumdan, teorik de olsa endişe edilmesi Türkiye'nin gelecekte bir tür Saddam veya Miloşeviç muamelesi görebilme varsayımına dayanıyor diyebiliriz." (Habertürk İnternet Sitesi Makalesi)...

Bu bakış açısının "temel sakatlığı" ise iki yönlü:

1. Türkiye, demek oluyor ki, Kıbrıs ve Ege sorunlarının Yunanistan ile barışçıl biçimde çözülebileceğine inanmıyor veya bu yönde bir niyet ve gayret ortaya koyma eğiliminde değil;

2. AB'ye "tam üye" olabileceğine inanmıyor veya gelecekte bir parçası olması gereken AB'nin kendisine karşı bir "silahlı müdahaleye girişeceği"ni düşünebiliyor.

Eğer durum buysa, zaten Türkiye'nin AB üyelik perspektifi kocaman bir şakadan ibarettir.

Şaka kaldırmayan, Türkiye'nin direncinin Amerikan-Avrupa ilişkilerini etkileyecek ve NATO planlarını altüst edecek bir seviyeye gelmesi; Washington'un Ecevit hükümetine kızmaya başlaması ve Bush-Ecevit görüşmesinin iptal edilmesi.

Rusya'ya enerji bağımlısı olmak yolunda ilerleyen, "Avrasya jeopolitiği"nde Rusya'ya Amerika karşısında üstünlük sağlatan bir Türkiye. Irak konusunda Amerika açısından pürüz çıkartan bir Türkiye. AB ile arasında sürekli sorun üreten bir Türkiye. Yani, sorun çözen olmak bir yana, en vahimi, kendisi "sorunun parçası" haline gelmiş Türkiye.

Ve, hem de "Krizden çıkış" için kendisini Amerika'nın "yeşil ışığı"na muhtaç hale getiren bir Türkiye.

Dolayısıyla, Bush'un Ecevit'le görüşmekten kaçınması, Amerika nezdinde de "hükümetin suyunun ısınmakta olduğu"nun göstergesi.

Gelecek hesapları ve tahminleri yaparken, bir yere kaydedin...


14 Haziran 2001
Perşembe
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED