T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
FP davası bir dönüm noktası olabilir

Fazilet Partisi kapatılacak mı, kapatılmayacak mı? Bu sorunun cevabını bir iki gün içerisinde almış olacağız; ya yarın yahut da en geç önümüzdeki hafta başında Fazilet Partisi davası hükme bağlanmış olacak.

İki yıl önce Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş tarafından açılan, şu andaki Başsavcı'nın da ek iddianame ile aynı yönde partinin "temelli kapatılması"nı isteyen dava son noktaya geldi.

FP davasında iki ayrı tutum:

Konuyu sadece FP davası şeklinde ele alırsak eksik değerlendirmiş oluruz. Bazı kesimlerin şöyle düşündüğünü gözlemekteyiz: "Bu konuyu bu kadar abartmanın anlamı nedir? Türkiye'de bundan önce de çeşitli partiler kapatıldı. Mevcut yasalara uyulmazsa elbette ki kapatmak gerekir. FP yasalara uymadığına göre kapatılmayı hak etmiştir!"

Doğrudur. FP Türkiye'de ilk kapatılacak parti değil. Belki de eğer kapatma kararı çıkarsa son kapatılan parti de olmayacaktır. Eğer mevcut tutumlar olduğu gibi devam edecekse önümüzdeki yıllarda da yeni parti kapatma davalarına şahit olacağız demektir.

Bu cümlelerde özetlenen tavrın temelinde şöyle bir savunma var.; ülkede yürürlükte olan kanunlar ve Anayasa var. Bunlarda partilerin belli şartlar altında kapatılması yönünde düzenlemeler bulunmaktadır. Dolayısıyla Anayasa ve kanunlar durduğuna göre partilerin kapatılması çok doğal bir uygulamadır. Bunu beğenmeyenler yasaları değiştirsinler ondan sonra parti kapatmalarına karşı çıksınlar!...

Diğer yandan ise partilerin kapatılması uygulamasının artık geride kalması gerektiğini ve Türkiye'nin bütünleşmeye çalıştığı Batı dünyasındaki uygulamaların esas alınması gerektiğini savunanlar hem FP'nin hem de diğer partilerin kapatılmaması gerektiğini söylemektedirler. Mevcut yasalar dikkate alınarak yapılan eleştiriler konusunda ise şöyle bir çıkış yolu bulunabilir: "Evet kanunlarda, hatta Anayasa'da parti kapatmalarıyla ilgili düzenlemeler var. Ama Türkiye'nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, mesela Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek protokollerinde daha geniş düzenlemeler yapılmıştır ve Türkiye de bunları onaylayıp tanımıştır. Yani taraf olmuş, bu metinleri bir iç hukuk normu haline getirmiştir. Bu durumda mahkemeler önlerine gelen davalara bakarlarken önce mevcut yasaları ve Anayasa'yı değil uluslararası sözleşmeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatlarını dikkate almalıdırlar. Eğer burada bir hüküm yoksa iç hukuk normlarına göre hareket etmelidirler..."

Evet bu şekilde bir tartışma sürüp gidiyor.

Yasa Devleti /Hukuk Devleti tercihi!

Aslında bu tartışma tam da Türkiye'nin sıkışıp kaldığı krizler ortamındaki durumunu göstermekte ve bir bakıma da çıkış yoluna işaret etmektedir. Bu iki ayrı tutum Yasa Devleti ile Hukuk Devleti uygulamasını resmetmektedir. Mevcut yasaları uygulamamız gerekir diyenlerin özeti olan Yasa Devleti ile evrensel hukuk normlarına göre hareket edilmesi gerekire işaret eden Hukuk Devleti gerçeği. Bu bakımdan Türkiye bu iki ikilem arasında kararsız bir duruş gösteriyor.

Gerçi mevcut pozitif hukuka göre de FP hakkında "temelli kapatma" kararı verilmesinin zor olduğunu söyleyenler de vardır. Ama biz böyle olsa bile yine de aksini savunanlara Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası normları ve uygulamaları hatırlatmak istiyoruz.

Parti kapatmalardan kim ne kazandı?

Türkiye şimdiye kadar bir sürü parti kapattı. Mesela 1924'te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Haziran 1925'te bir Bakanlar Kurulu kararı ile kapatıldı ve Türkiye tek parti yönetiminin totaliter, tekçi, baskıcı uygulamalarına kanat çırptı. Ne kazandı?

Yine bir başka çarpıcı örnek vereyim. 12 Mart ortamında Türkiye İşçi Partisi, Milli Nizam Partisi kapatıldı. 1981'de ülkedeki bütün partilerin kapısına kilit vuruldu. Kim ne kazandı?

Neden kimse bütün bunlardan ülke ne kazandı, diye sormuyor. Bu soruyu elbette ki temsilcilerimizin sorması gerekiyor. Yani konuyu Meclis'in ele alması lazım.

1988 başında Refah Partisi kapatıldı. Bu olayın siyasete, temsil kurumuna getirdiği derin tahribatın ve sindirmenin ötesinde ne yararı oldu?

Artık siyasetçisinden bürokratına, yargıçlara, aydınlara kadar herkesin bugüne kadarki uygulamaların bir muhasebesini yapıp ona göre hareket etmesi gerekiyor. Türkiye otuzlu yılların marjinal bir devleti olarak kalmayacak dünya sisteminin önemli bir devleti haline gelecekse kendi ulusal reflekslerden sıyrılıp evrensel normlara göre hareket etmesini başarmalıdır. Türk siyaseti toplumu adam etme itiyadından vazgeçmeli, demokratik siyasetin toplum adına temsil görevini yürütmek olduğu gerçeğini kabul etmelidir.


14 Haziran 2001
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED