T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

İlhami Çiçek: Bir şiir sandığı

"umut kesilmiyorsa dostlarım
kesip barikatlar kurarak kangrenli
gövdemizden
şurda güneşe ne kaldı"

14 Haziran 1983 tarihi, hayat hikâyesi 1954 yılında Oltu'da başlayan Erzurumlu bir şairin hayatına nokta koyduğu tarihtir. "Sığ ve anlamsız ilişkilerden sürekli rahatsızlık duyan", "...has ve güzel ilişkilerin âdeta bıçakla kesilmiş gibi bitmiş olmasını kabullenemeyen" bu şair İlhami Çiçek'tir. Çünkü, herkesinki gibi değildir yüreği... Onunki şair yüreğidir. Ali Yüce'nin şairler için söylediği, "Cam gibi saydam / Keman teli gibi titrek "mısraları onun için de geçerlidir. İlhami Çiçek'e göre ise; "Yalnız hüznü vardır kalbi olanın".

Şiiri, çocukluğunda çevresindeki âşıkları dinleyerek tanımaya başlayan şairin, mısralara olan ilgisi ortaokul yıllarında artar, lisede ise yazmaya başlar. Lisede iken yazdığı "Otel Odası" adlı şiiri, o sıralar Erzurum'da yayımlanmakta olan Adımlar Dergisi'nin açtığı şiir yarışmasında birincilik kazanır. Erzurum'da, Edebiyat Fakültesi'nde okurken, mahallî gazetelerde edebiyat yazıları yazar. Şiir çalışmaları bu sırada daha bir yoğunluk kazanmış ve bu vadide kendine yer edinmeye çalışan İlhami Çiçek için şiirin önemi daha da artmıştır.

1978 yılında Kırıkkale Lisesi'nde edebiyat öğretmenliğine başlayan, bu yıla kadar Nuri Pakdil'in yönettiği Edebiyat Dergisi'nin bir okuru olan İlhami Çiçek, bu yıldan sonra derginin sürekli şairlerinden biridir. Artık, "Aradığı öğretisel duyarlılığı en canlı biçimde yaşayan bir çevrenin içinde bulunmanın sorumluluğunu taşımaktadır." Ve, "Bu sorumluluğu boyutlandırabilmek için yapmak istediği çalışmalar yüzünden sağlığı iyiden iyiye bozulma noktasına gelir."

Zaten sağlığına pek dikkat eden biri de değildir. Bir dönem Kırıkkale'de aynı evi paylaştığı ve aynı okulda çalıştığı Cahit Yeşilyurt'un cümleleriyle; "Gıdasını düzenli biçimde almaya hiç özen göstermezdi. Sigara ve çay baş köşeyi tutardı onun yaşantısında. Benim zorum olmasa yemek yemiş yememiş pek aldırmazdı."

İşte "Satranç Dersleri" adlı şiir kitabı, böylesine sıkıntılı ve sancılı dönemin ürünü olarak ortaya çıkar. Ki, satranca aşırı bir düşkünlüğü de vardır şairin... Yani somut biçimde sürekli oynadığı oyunun, soyut olarak şiirine yansımasıdır da denebilir satranç dersleri için... Yine Cahit Yeşilyurt'un ifadeleriyle, "Satrançta ender yenilen biri olduğundan herkes onda kendini denemeye (korka korka) can atardı. Rakiplerinin ardı arkası kesilmezdi." Anlaşılan o ki; satrançta ortaya koyduğu yenme gücünü, insanları duyarsızlaştıran hayata direnme noktasında gösterememişti. Zira; Rollo May'ın söyleyişiyle; "Bu sarsıntı çağında duyarlıkla yaşamak gerçekten cesaret istiyor. " O ise bir şairdi ve bu duyarlılığı çok ileri boyutlarda yaşıyordu.

Sonra İstanbul'a gider. Öğretmenliğini Pendik Lisesi'nde sürdürür. Bu sırada evlenir ve bir oğlu olur. Bu günler, hastalığının da iyice alevlendiği günlerdir. 1983 yılının Mart ayı... İlhami Çiçek kısa dönem askerlik için Tokat'tadır. Hastalığının iyice artması sebebiyle, bir ara Mevki Hastanesi'nde tedavi altına alınır. İyileştiği sanılarak Tokat'a geri gönderilir. Ve, askerliğinin bitmesine çok kısa bir süre kala, geçirdiği şiddetli bir kriz sonrasında vefat eder.

Şiire ve düşünceye adanan bir ömür, yirmi dokuzunda son bulmuştur. Ardında; kaçışın, hayattan ve kirliliklerden kaçışın resmedildiği "sığınak sözcükleri" bırakan, "Pakdil'in 'Bir şiir sandığı' dediği İlhami Çiçek, şair olmanın ötesinde, tefekkür, çatışma ve inandığı öğretiyi hayata geçirmenin zihin çilesiyle kısacık hayatını ebedileştirmiştir" böylece...

Genç yaşında, sürekli kafasında taşıdığı ölüm gibi bir gerçekle yüz yüze gelen şairi anlatmaya çalıştığımız yazımızı, ölümünden önce yapılan, ama yayımlanmamış bir sohbetinden aldığımız bölümle noktalayalım: "Çağımız korku çağıdır. Umut'la dengelenmediği için, erdem'e yer yok bünyesinde. Korkunç bir biçimde 'sınırsız ilerleme' melankolisiyle başı dönmüş. Bu yüzden hiç kutsal tanımıyor. Maddesel ve duygusal olanı abartarak, Tanrısalı yadsıyan bir uygarlık yönlendiriyor bu çağı: Batı Uygarlığı. (...)İnsan yalnız. Bütün ilişkilerinde eşyanın gölgesi. İnsanın temel eğilimleriyle, çağın eğilimlerinin böylesine çeliştiği bir başka çağ var mı sorusu hızla gündemlere giriyor. (...) Eşya sarasına tutuldu bir ara insanlık. Geçiyor işte. Tanrı gereksinimi çığ gibi büyümektedir."



15 Haziran 2001
Cuma
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon| Hayat| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED