T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Can sıkıcı müttefik" olmak iyi midir?

İngiliz "The Guardian" gazetesinde çıkan Simon Tisdall imzalı bir haber-analiz, Türkiye'nin konumunu şöyle yorumlamaktaydı.. (www.guardianunlimited.co.uk.)

-Osmanlı'dan beri herkes, Türkiye'nin hayati öneminin farkındadır. Ayrıca Türkiye'nin sonsuz can sıkıcı bir ülke olduğu da, hep bilinir..

Bu İngiliz gazeteci, neden, Türkiye'nin müttefiklerinin canını sıktığını söylemek gereğini hissetmiş acaba?

-Türkiye'nin çeşitli alanlardaki "insan hakları sicili", bu ülkenin hem Amerika ile, hem de Avrupa Birliği ile ilişkilerine gölge düşürüyor..

-Türkiye'nin NATO müttefiki Yunanistan'la hep gergin ilişkiler içinde olması ve Kıbrıslı Rumlar'ın Avrupa Birliği'ne girişini engellemesi, karşılıklı güvensizliklere sebep olmaktadır.

-Türkiy'nin ekonomik krizlerinden ötürü sürekli dış kaynağa muhtaç olması, bu ülkenin dostluğunun maliyetini artırmaktadır.

-Türkiye, bölücü Kürtler'e karşı politikasında, Saddam'la aynı çizgiyi paylaşmaktadır.

Sade bireylerin değil, devletlerin ve halkların da, içeriden bakınca göremedikleri bazı görüntüleri, dostlarının ağzından duymaları yararlıdır..

Elbet, her Batı gazetesinin yorumuna ve Türkiye hakkındaki gözlemlerine, yüzde 100 katılmamız mümkün değildir.

Ama neticede "Batı", bizim stratejik ortağımız ve kaderimizi isteyerek yönlendirdiğimiz "ulusal hedef"imizdir..

"Batı", sadece hükûmetler ve devletler değildir.. Medya, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, bağlantısız düşünce odakları da, Batı'da, hükûmetler ve idare kadar ağırlıklıdır..

Eğer gerçekten "Batı'lı" olmayı benimsiyorsak, Batı medyasında bizim hakkımızda çıkan eleştirel görüşleri de, birer "öz-eleştiri" gibi görmeliyiz..

Eğer gerçekten Avrupa Birliği ile entegrasyon "nihai hedef"imiz ise, "Avrupalı gibi" düşünmeliyiz..

Türkiye'de özellikle asker kesimi ve "derin devlet" kavramı ile ifade edilen "resmi ideoloji"nin sözcüleri, hep "tehdit ve tehlikeler listesi" yapar..

Son yıllarda ön-planda tutulan tehdit ve tehlikelerin başına da "şeriat" veya "irtica" gibi olgular yerleştiriliyor.

Bu satırların yazarı, 40 yılı aşkın meslek yaşamında, her zaman "teokratik devlet"e ve her çeşit "totalitarizm"e karşı olmuştur..

Eğer Türkiye'de gerçekten bir "Humeyni İran'ı", bir "Suudi Arabistan" veya "Taliban Afganistan'ı" örneklerini model alan siyasi hareketler var ise, bu satırların yazarı, "militarizm"e, "ahbap-çavuş kapitalizmi"ne, "güdümlü demokrasi"ye karşı olduğu gibi, onlara da karşıdır..

Laik (laikçi değil), demokratik, özgürlükçü, çok sesli ve serbest rekabetçi, hukukun üstün olduğu, uygar, çağdaş, dünyaya açık bir Türkiye, halkın büyük çoğunluğu gibi, bu satırların yazarının da, ortak hedefidir.

Bu bakımdan Batı'nın bağımsız yayın organlarındaki yorumları, birer "öz-eleştiri" gibi görmekten yanayız..

Şunu söyleyelim..

Dükkan kapatmaktan daha kolay partilerin kapatıldığı bir rejimin, Batı ile entegrasyonumuzun engeli olduğunu bilmeliyiz..

Ve en büyük "tehdit-tehlike" olgusu, Türkiye'nin Batı tarafından, "Bunlar bize benzemiyor.. Bizim gibi olmak, bunların işine gelmiyor" şeklinde görülmesidir..

Bu tablo, sonunda, Türkiye'yi NATO içinde izole edebilir.. Avrupa Konseyi üyeliğimiz bile tehlikeye girebilir.

"Bıktırıcı" veya "can sıkıcı" müttefik konumu, sonunda Batı ile "ortak" değil, Batı tarafından "kullanılan" bir askeri üs niteliğine dönüştürebilir Türkiye'yi..

Çözüm, iç politikanın ve dış politikanın kemikleşmiş, kronikleşmiş ipoteklerini, tabularını ve uzlaşmasızlıklarını birer birer temizlemektir..

Kötü yönetilen, içe dönük, otoriter, kalıplaşmış bir Ortadoğu ülkesi olmak, en ciddi tehdittir.

ŞAKA

Sinmek ve sindirmek!.

Genelkurmay Başkanı Org. Kıvrıkoğlu, çeşitli konularda görüş açıklarken, şöyle demiş..

-İrtica tehlikesi bitmedi, sadece sindi!..

Biz de, diğer çeşitli konulardaki görüşümüzü, aynı bakış açısından seslendirelim..

-Kokuşmuşluk tehlikesi bitmedi.. Ayrıca sinmedi. Kokuşmuşluk meydan okuyor..

-"İrtica tehlikesine karşı mücadele ediyoruz" diyerek bankaları hortumlayanların ve hortumlatanların hâlâ işbaşında olmaları, içimize sinmiyor.

TEBESSÜM

Tef çalmak, bazan işe yarar!..

Yıllar önce anlatılmıştı.. Yeniden hatırlatalım..

1970'li yıllarda, Türkiye döviz sıkıntısı çekerken, bir turizm şirketine, çok iyi bir organizasyon teklifi gelir bir Amerikan firmasından..

Zengin Amerikalı bir avcılar grubu, Türkiye'ye ayı avlamak için gelmek istemektedir.. Bu grup, iyi bir av partisi için, büyük paralar ödemeye hazırdır..

Türk turizm şirketinin yöneticileri, hemen, çeşitli şehirlerde tef çalıp ayı oynatan çingenelerle anlaşır.. Hepsi, ayılarını ve teflerini alırlar.. Trakya'daki İğneada Ormanı'na götürülürler..

Amerikalı avcılar ormana girince, çingeneler ayıların ipini çözer, ormana salıverir.. Ancak ayılar avcıların elindeki tüfekleri görünce, bunları kendilerini döverek terbiye eden çingenelerin sopaları zanneder..

Amerikalı avcılar nişan almak için tüfeği dikince, ayılar dayak yememek için, ağaçların arkasına saklanırlar..

Bunun üzerine turizm şirketinin görevlisi, ayıların sahibi olan çingeneleri uyarıp, "ayılarınızı ortaya çıkarın" der..

Çingeneler ne yapsın?.. Teflerini çalmaya başlarlar.. Ayılar da tef sesini duyunca, ağaçların arkasından çıkıp, göbek atarlar..

Amerikalı avcılar bu durum karşısında, silahlarını ateşlemek yerine, kahkahalar atıp, ayıları alkışlar..

KISSADAN HİSSE- Önüne gelen Nazlı Ilıcak'ın tefini hatırlatınca, aklımıza, tef sesini duyunca danseden yaratıklar geldi..


15 Haziran 2001
Cuma
 
MEHMET BARLAS


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED