T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir dünya olamamak

Doğu Türkistan'ın büyük özgürlük savaşçısı Merhum İsa Alptekin "Ruslar, derdi, lehçeden dil, kabileden millet ürettiler ve bizi paramparça ettiler." Doğu Türkistan için Uygur-Kazak sancısı, Batı Türkistan için Özbek, Kazak, Kırgız, Tacik, Türkmen farklılaşması bir Rus politikasının ürünü idi ona göre.

Araplar'ı asırlar içinde ortak kültür ve medeniyet içinde yoğrulduğu Osmanlı'ya karşı İngilizler kışkırtmıştı.

Kafkasya'da akraba topluluklar neredeyse 72 dil, 72 millet haline gelmiş, birbirine karşı bağımsızlık savaşına soyunmuştu. Belki orada da nifakçı Sovyet yatırımı vardı.

Afganistan bu açıdan bir başka dramdı. Sovyetler'e karşı amansız bir "cihad"ı yaşayan bu ülkenin çocukları, istilâ ordusunu kovduktan sonra birbirine karşı vuruşmaya başlamıştı. 1989'dan bu yana 12 yıldır devam eden savaşta, "kaç Müslüman Afgan kaç Müslüman Afgan'ı öldürdü?" sorusunun cevabı herhalde tüyler ürpertici bir rakamdır.

Burada üstelik nifak üretecek bir başka güç de yoktur... Nifak, "Küçük cihad"da galip gelmiş, ancak "Büyük cihad"nda başarıya ulaşamamış "benlikler"de potansiyel tohumlar halinde vardır ve uygun iklimi bulunca serpilivermiştir. Aslında belki, Sovyetler'in, İngilizler'in nifak ürettiği zemin de, kullanılabilir potansiyelde olduğu için kullanılmıştır.

Özbekistan'ın sürgündeki muhalif lideri Muhammed Salih'in Afganistan üzerine bir değerlendirmesi yayınlandı. (Radikal, 12 Kasım 2001) Afganistan'da her etnik grubun kendi etnik asabiyyeti adına nasıl devleti tek renkliliğe büründürme mücadelesi verdiğini ve bunun için "İslâm kardeşliği" tema'sını istismar ettiğini anlattıktan sonra yarınki Afganistan için bakın ne diyor:

"Afganistan bir devlet olarak klinik ölüm safhasında. Onu yaşatmanın tek yolu onun üniter yapısını değiştirmek, yerine daha esnek bir yapı, konfederatif devlet kurmak. Bu konfederasyona Afganistan'ın güneyi, doğusu ve kuzeyini temsil eden üç yeni cumhuriyet girebilir, meselâ. Bugünkü halde bu tek çare olarak görünüyor. Aksi halde savaş devam edecektir.

"Sovyet askeri Kabil'i terkettikten sonra, Peştunlar, Tacikler, Özbekler, Hazara ve başka etnik gruplar nasıl birbirine girdiyse bu defa Amerikalılar çekildikten sonra, aynı şiddetle birbirlerine saldıracaklar"

Evet ".... birbirlerine saldıracaklar..." Sovyetler karşısında Afganlar için acı duyan, çocuklarına çorap ören bizlerin, dünya Müslümanları'nın ilgisi iç savaş döneminde derin bir hüzne dönüşmüştü. Bugün "Afganistan bombalanıyor" diye, oradan parçalanmış bebek görüntüleri geliyor diye yine kahroluyoruz, kış için yine "bebe çorapları" derdine düşüyoruz. Ya yarın, Hikmetyar'la Rabbani, Peştunlar'la Tacikler birbirini boğazlamaya başlayınca ne yapacağız?

Pazar günü Yeni Şafak'ta "Türkiye Çerkezleri" adına yayınlanmış tam sayfalık bir bildiri ilânı vardı. Gürcistan'ın Abhazya'daki uygulamaları lânetleniyor, Kuzey Kafkasya'daki kardeş halkların karşı karşıya bulunduğu baskılar kınanıyordu. Düşünün bir, Türkiye, Gürcistan'la iyi geçinmek adına Şevarnadze'nin Abhazya'daki baskıcı uylgulamaları karşısında sessiz kalıyor. Buna karşılık Rusya da Gürcistan'a karşı Abhaz hareketini manipüle etmeye çalışıyor. Diğer Kafkas bölgeleri benzeri sancılar içinde... Acaba oradan tüm Rus-Gürcü etkisi kalksa, yerine bölgenin akraba toplulukları arasında mutlak barış gelir mi? Endişeliyim.

Afrika'nın Batı sahillerinden, Avrupa'nın ortalarından Asya'nın Doğu'suna kadar üç kıtada aşağı yukarı blok halinde uzanan büyük bir coğrafya ve "Ben Müslümanım" diyen 1.5 milyar insan gerçeği var. Buna "İslâm dünyası" deniyor. Ama bir türlü "İslâm dünyası olamayan" bir İslâm dünyası... İKÖ, ECO, D-8 gibi kuşatıcı örgütler, bunlara bağlı kültürel, sınai, teknolojik işbirliği birimlerine rağmen "İslâm dünyası olamamak" gibi bir derdi var bu coğrafyanın ve bu Müslüman nüfusun... Bu örgütlerin içini yeterince dolduramamak, bu örgütleri, bu coğrafyadaki sancıların tedavisinde yeterince etkin biçimde devreye sokamamak da "olamama"nın uzantısı...

Eminim şu an, bu coğrafyada, yüreğinin farkında olan hemen herkes, kendisine "Neden bir türlü olamıyoruz?" sorusunu soruyordur.

Muhammed İkbal "Derin uykuya dalan gonca, uyan uyan kalk, nerkis gibi gözünü açıp etrafına bak... Safa sarayımızı keder talan etti bak... Kuşlar ötüyor, uyan... Bu ateşli feryadlar her tarafı kavurdu... Uyan derin uykudan, derin uykudan uyan, derin uykudan uyan" diye seslenmişti.

Necip Fazıl merhum "Ya ol, ya öl" çağrısında bulunmuştu. Ölmek elimizde değil. Olmanın yolunu bulmak zorundayız.

Akif'in çığlıkları unutulmaz: "Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım... Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım."

Evet, paylaşalım. Evet, olalım. Evet, uyanalım... Bunlar, bu coğrafyanın büyük yüreklerinin çığlığı. O çığlık, Müslümanlığımız hangi kıvamda olursa olsun yankılanmalı içimizde. Çünkü ne yaparsak yapalım, bu coğrafyanın çocuğuyuz. Biz idrakinde olmasak bile dışardan öyle tanımlanıyoruz. "Başkası" olmaya çalışmak sonuç vermiyor. Koca bir dünyanın başkalaşmasının doğuracağı kültür ve medeniyet yıkımı, gerçekten tarihî bir kıyamet olurdu muhakkak. Neden bizim başımıza gelsin bu? Hem insanlık İslâm'ın ihya edici sesine böylesine muhtaçken...

Bugün Afganistan'ın acısını duymak zorundayım, bunu biliyorum. Ama işin bir boyutunda aynı inançtaki insanların birbirini kırmalarının hüznünü de unutamıyorum. Müslümanlık bunu vermiyor bize... İçimize bu işin hesabının çok güç olacağını nasıl anlatsak bilmem ki...


13 Kasım 2001
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED