T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tayyip Erdoğan'ın yürüyüşü

Şartlar ne olursa olsun; yani, ister demokrasi ister de az demokrasi yaşamakta olduğumuz ekonomik ve politik buhrana rağmen işbaşındaki hükümetin böylesine sınırsız bir kredi kullanabilmesi mantık dışı biri durumdur. Normal bir demokratik uygulamada hükümet 21 Şubat sabahı istifa eder, darbe dönemlerinde bile hiç olmazsa hükümetin yapısında değişiklik olurdu. Dahası, hükümeti işbaşında tutan hiçbir siyaset dışı yerel güç koalisyon üzerindeki kefaletini bu noktaya kadar taşıyamaz; "gün gelir bunun hesabı sorulur" kaygısıyla yolun bir yerinde desteğini çekerdi. Hükümetin arkasında bu hesap gününden kaygılanmayan bir güç olduğu bellidir. Bu yüzdendir ki, her an çekip gitmesi çok doğal olacak koalisyon hükümeti, tam tersine kalması doğal gibi davranabilmektedir.

Bu paradoksu aşabilmenin yolu siyasetin avdetinden geçmektedir ve bu yolun Ankara Kalesi'nin tam dibinde kesildiği anlaşılmıştır. Kalenin sınırları içine sıkıştırılan siyaset merkezinde bitmiş, tükenmiş ve bundan daha kötüsü, körleşmiştir. Çünkü, merkezdeki legal ve illegal politik güçlerin hiçbirisi attıkları adımlar ve bu adımların siyasi faturası için sorumluluk hissetmemektedirler. Bunun nedeni ülkenin; ömrünün son baharında bulunan ve bir daha hiçbir şey olmasa bile bunun önemsemeyecek bir başbakan ve ona adanmış partisi (DSP) ile ne yapsa çaresi kalmadığı anlaşılan ortağı (ANAP) ve zaten siyasi kapasitesi kendisine verilen vazifeden ibaret olan bir başka ortak (MHP) tarafından idare ediliyor olmasıdır. Bu yapıdan tabii ki sorumluluk beklenmez ve tabii ki yabancılaşma kaçınılmazdır.

Artık sadece halkla yabancılaşma değil, düpedüz halktan kopma ve ona düşmanlık dönemi başlamıştır. Sadece, Başbakanlık Binası'nın etrafında her geçen gün artırılan güvenlik önlemleri, barikatlar ve genişleyip duran polis kordonu bunu delillendirmeye yetip de artmaktadır.

Bu şartlarda, DYP, AK Parti ve SP'nin hatta Meclis dışındaki bütün muhalefet partilerinin, halkı demokrasiye çağırmalarından başka seçenek yoktur. Bu görev de öncelikle toplumsal desteğinin bütün ortalamaların üzerinde olduğu anlaşılan Ak Parti'ye düşmektedir. Kim halkın taleplerini, "yüzey" ve "derin" Ankara'nın hissedeceği bir baskıya dönüştürebiliyorsa, bunu geciktirmeden yapmalıdır.

Ekonomik ve siyasi krizin daha fazla hükümetsizlikten beslenmesine müsaade edilmemeli, bunun için de erken seçim seçeneği sıradan bir muhalefet talebi olarak değil, hayati bir mesele olarak ortaya konmalıdır.

Tayyip Erdoğan'ın dün Kars'tan başlattığı ve Türkiye'nin dört bir yanının kuşatacak olan halkla buluşma turu işte bu açıdan önemlidir. Bu mitingler halkın ekonomik ve siyasal buhrandan hangi şiddette rahatsız olduğunu da gösterecektir. Meydanlardan yükselen ses, Ankara'yı rahatsız edecek kadar şiddetli çıkarsa bu Türkiye için bir çıkış yolunun varlığına delalet edecektir. Erdoğan'ın dün söylediği şu cümle de zaten bunu ifade etmektedir: "Halkı perişan edenlerden hesap sormak da yine halkın işidir."

Ekonomik kriz, sadece meydanları zenginleştiren bir söylem unsuru olmakla kalmıyor, aynı zamanda Erdoğan'a demokrasi talebinin iktidar gücüne tahvil edilmesi fırsatını da sunuyor. Bilindiği gibi, 18 Nisan seçimlerinde sandıktan çıkan tablo Türkiye'de demokrasi arzusunun sanıldığı kadar efektif bir talep olmadığını göstermişti. Seçmenin yüksek hedefler yerine belli belirsiz bir istikrarı daha çok önemsediği anlaşılmıştı. Çünkü, o gün istikrarın az da olsa gelir getirdiği ama demokrasinin karın doyurmadığı zannediliyordu. Türkiye bu yanlış saptamanın bedelini bir gecede yüzde 50, iki ayda da yüzde 75 fakirleşerek ödedi.

Bugün anlaşıldı ki demokrasisizlik bu ülkeyi aç bırakıyor, kamu kaynaklarının sorgusuz sualsiz hortumlanmasını kolaylaştırıyor; bu yolla elde ortaya çıkan finansman da kara siyaseti ayakta tutuyor. Döviz kurunu da, faiz hadlerini de, asgari ücreti de merkezi düzenlemeler, hatta serbest piyasa koşulları değil demokrasi belirliyor.

Halk ile Tayyip Erdoğan arasındaki elektriklenme ve Erdoğan'ın yürüyüşüne katılacakların sayısı ve niteliği sadece bu açıdan önem arzetmiyor. Ak Parti lideri, toplumdaki değişim ve yenilenme talebini siyaset diline tercüme ederse Ankara'da ayağına dolanmak istenen zincir de kırılıp gidecektir.

Muhalefet, toplumdaki tepki ve yakınma sahici ise anlamlıdır. Normal bir ülkede iktidar, bu kadar büyük buhrana rağmen ayakta durabiliyorsa onu indirmenin tek "normal" yolu halkın tazyikidir.


13 Kasım 2001
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED