T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İslâm'la ilişkide psikolojik farklar

Seyyid Hüseyin Nasr, geçtiğimiz ay ziyaret ettiği İstanbul'daki sohbetlerinde şöyle bir tesbitini ifade etmişti:

"Amerika'da cezaevlerinde ve zenciler arasında daha çok İslâm'ın selefî yorumu kabul görüyor. Diğer Ameriklılar ise İslâm'la daha çok tasavvuf yoluyla buluşuyorlar."

Bu, insanların İslâm'la ilişkilerinde önemli bir psikolojik boyutun altının çizilmesidir. Bunun "neden" böyle olduğunu anlamadan herhangi bir harekete yönelik yapılan yargılamalar da sağlıklı olmaz diye düşünüyorum.

Kritik soru şu sanıyorum:

-Neden zencileri selefî yorum etkiliyor ya da tasavvufi çağrı yeterince etkili olmuyor? Selefî yorumda ne buluyor zenciler ve cezaevindekiler?

Gene sanıyorum, bu sorunun cevabı da şöyle olmalıdır:

-Sadelik ve yalınlığın yanında, zamanla selefî çizgiye yüklenen İslâm adına Batı hegemoonyasını sorgulama boyutu.

"Batı'yı sorgulayan ve Batı'ya alternatif olan" bu İslâm çerçevesi, Amerika'nın hakim zihniyeti ile hesaplaşarak gelen zenci dünyası ile birebir örtüşüyor ve kabulleri - ihtidaları artırıyor. Zencinin adalet arayışı ile İslâm'ın adalet hassasiyeti buluşuyor. Burada sanıyorum, adalet eksenli bir dindarlık - Müslümanlık öne çıkıyor.

Ve daha barışçı, daha kucaklayıcı bir muhabbet söyleminden yola çıkan tasavvuf eksenli İslâm yorumu, diğer Amerikalılar arasında cazibe merkezi olurken, zenciler arasında ikinci planda kalıyor. Tasavvuf dünyevi bir hesaplaşmaya tekabül etmiyor zencilerin yüreğinde. Buna mukabil, diğer Amerikalılar için de "hesaplaşmacı" çizgi olumlu anlam taşımıyor. Batılı insana, "Gel seninle hesaplaşalım, ondan sonra da Müslüman ol" demek, bir İslâm çağrısı değil. Ama uzun zamanlar boyunca Beyaz Adam'ın ısırgan politikalarıyla canı yanmış bir dünya, İslâm'ı protest bir kimlik olarak algılamaya, orada bulduğu kişiliği bir meydan okumaya dönüştürmeye daha yatkındır.

Bence bunu yargılamak, dışlamak yerine anlamak lâzımdır. Şu da söylenebilir ki, zaman içinde kimlikler eşitlendiğinde bu öfkeli yorum ve ondan doğan gerilim azalacaktır. Bu arada iki şey gerçekleşecektir. Bir, İslâm'la buluşan zencinin kendine güveni artacak ve İslâm onun gönül âlemini şefkate, rahmete bürdündürecek, iki, Beyaz Adam haddini öğrenecek, ikinci sınıf muamelesini terkedecek.

Aslında İslâm ülkelerindeki bazan yanlış bir genelleştirmeyle "selefi" olarak nitelenen "öfkeli islâmî yorum"da da bu psikolojik altyapı vardır. Coğrafyası talan edilmiş büyük bir medeniyetin çocukları içinden birilerinin "öfke" duyması ve dinlerinden bu "öfke"yi besleyecek fikrî gıdalar bulması anlaşılmaz bir şey değildir. Uzun süre açık sömürge, sonra örtülü sömürge statüsü içinde yaşayan, hâlâ bazı noktalarından kan sızan bir coğrafyada öfkesiz olmak demek, sinirleri alınmış bir varlık olmak demektir. Öfke olacak ve bu o insanların değer yargılarıyla bütünleşecek. Dışardan kimi zaman "radikal", kimi zaman, "siyasal" sıfatları eklenerek tanımlanmaya çalışan "İslâm çizgisi", aslında İslâm coğrafyasındaki sömürge - örtülü sömürge statüsüne karşı çıkıştan başka bir şey değildir. Bir başka ifadeyle içi yeterince dolu olsun olmasın, medeniyet planında bir "alternatif varoluş iddiası"dır. Türkiye gibi laik, iki asırdır Batılılaşma cehdi sergileyen bir ülke bile Avrupa ile ilişkilerinde "Müslüman ülke" olmanın sancılarını yaşıyorsa, islâmî duyarlılığı daha belirgin kesimlerin İslâm coğrafyasındaki egemen statüye tepkiyi ideolojik planda algılaması tabiî görülmelidir.

Aslında, "globalleşme karşıtı" oluşumlara - tepkilere bakıldığında, İslâm'dan yola çıkılmasa da insanların küresel ölçekte bir "adalet arayışı" içinde olduklarını görmekteyiz. Kuzey - Güney ayrımı, zihinlerde yorumsuz bir "Zengin - Yoksul" ayrımından ibaret görülmüyor. Aksine çok net bir yorum var. Çünkü daha ötede bir ayrımdan, "Sömüren - Sömürülen" ayrımından söz ediliyor. Onun için orada da öfke var. Sokaklarda, dünyanın gelişmiş ülkelerini rahatsız eden gösteriler, çatışmalar oluyor.

Gerek İslâm eksenli öfkelerden, gerekse globalleşme karşıtı çizgiden ne çıkar? Bir hesaplaşma gerçekleşir ve daha adil bir dünya oluşur mu? Bu sorunun ilk cevapları sokaklarda globalleşme karşıtlarını polis coplarına hedef yapmak veya Afganistan'a bomba yağdırmak oldu. Her ikisinde de sonucu şimdilik sorgulananın gücü belirledi. Ama "sorun çözüldü mü?" sorusu henüz ortada duruyor.

Burada İslâm dünyası bakımından şunu da söylemek mümkün: "Öfkeli tavır" İslâm dünyasının genel üslûbu değil belki. İslâm dünyası daha derinden akan bir ırmak gibi. Ama bu, bu derin dünyanın, varolan sancının farkında olmadığı, hele "öfkeli tavrı" bütün bütün anlamsız bulduğu anlamına gelmiyor. Aksine, gene derinden akan bir sorgulama tüm İslâm dünyasında mevcut. Futbol maçlarına kadar yansıyan kendiliğinden patlayan bir hesaplaşma duygusunu kim görmezden gelebilir? Bu, bir bakıma Batı'daki egemen zihniyetin mukabili.

İslâm aslında evrensel barışı arayan bir dindir. Ama Müslüman, onu kendi yerel platformunda özümserken, ister istemez, yerel şartlarıyla da bütünleştiriyor. Bu da insani bir şey. İslâm - Batı ilişkilerinde "öfkeli yorum"u ortadan kaldırmanın yolu, İslâm coğrafyasına yönelik açık ve örtülü sömürge statüsünün ortadan kaldırılmasıdır.

Hazreti Peygamber'in (s.a.v) Müslümanlarca çok önemsenen bir sözü şöyle:

"Bir yanlışlığı gören, gücü yetiyorsa ona eliyle mani olsun. Mümkün değilse diliyle önlemeye çalışsın. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle tepki göstersin, reddetsin. İnancın en zayıf derecesi de budur."

Batı'nın İslâm coğrafyasındaki duruşu yanlış bir duruştur. Bu coğrafyada en munis insanların bile, bu yanlışlık karşısında en azından kalbî bir red taşıdıkları muhakkaktır. Acba Batı bunu anlayabilir mi?


24 Kasım 2001
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED