|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Karagözüm, ah iki gözüm!
Karagöz oyunun ülkemizdeki az sayıdaki icracısından biri olan Orhan Kurt, tarihi Orta Asya'ya kadar uzanan en eski oyunlardan olan Karagöz'ün sadece Ramazanlarda hatırlanmasından şikayetçi
Bilinen tarihi 14. yüzyıla kadar uzanan 'Karagöz oyunu', Osmanlı toplumunun en büyük eğlencelerinden birini teşkil ediyordu. Saraylarda, küçük şehzadelerin sünnet düğünlerinde, bahçelerde, kahvehanelerde, kısacası toplumun her kesiminden herkese hitap eden bir gölge oyunuydu Karagöz. Çok değil, 60-70 yıl öncesinin İstanbul'un da hâlâ yaşayan, capcanlı bir kültürdü Karagöz. Ancak tam bilmediğimiz nedenelerden ötürü Karagöz oynatan kahvehanelerin kapatılmasıyla, bu oyun kan kaybetmeye başladı. Bugünse bu sanat Haluk Yüce, Metin Özlem, Ünver Oral, Mehmet Tahir, Taceddin Diker ve Orhan Kurt gibi ustaların elinde yaşıyor. İşte bu yaşayan tarihlerden biri olan ve yıllardır kendini bu sanat adayan Orhan Kurt'la, sadece Ramazan'larda hatırlanan 'Karagöz oyunu'nun kültürümüzdeki yeri üzerine konuştuk. Karagöz nasıl çıktı? Muammer Karaca Tiyatrosu'nda oynattığı Karagöz oyunlarından tanıdığımız Orhan Kurt, bu oyunun sadece Ramazan aylarında hatırlanmasına içerlediği için, kendisine gelen bütün teklifleri reddetmiş. Karagöz'ün Anadolu'ya gelişi hakkında yazılan tarihçelerin hiçbirinin kesin bir ifade belirtmediğini söyleyen Kurt'a göre bu oyunun tarihi, Orta Asya'ya kadar dayanıyor. Oyunun çıkış noktası ise kendini halka daha azametli ve güçlü göstermek isteyen Şaman rahiplerin, ipe gerili olan iki beyaz bezin arasına girerek gölgelerini yansıtmaları. Karagöz çocuk oyunu değil! Karagöz'ün çocuk oyunu olarak kabul edilmesine karşı çıkan usta, Karagöz'de çocuk oyunu denilebilecek sadece 'salıncak oyunu'nun bulunduğunu, diğerlerinin ise büyüklere hitap ettiğini belirtiyor. Usta, "Karagöz içinde müstehcen unsurlar vardır" diyenlere ise şöyle tepki gösteriyor: "Karagöz'de müstehcen yoktur ama bu Karagöz'ün içine müstehcen unsurlar sokmadılar demek anlamına gelmez. Bunu gayr-i müslüm sanatçılar uzun bir süre yaptı. Ama Türk milleti böyle şeylere itibar etmeyince de kendiğilinden geldi ve kayboldu. Karagöz eğitici ve öğretici bir gölge oyunudur. Bu nedenle bu oyuna ibret perdesi, nusret perdesi de denilir." Karagöz oynatacak sanatçıların, ustaların yanında uzun yıllar süren bir eğitim sonucunda yetiştiğini ve kendilerine bir törenle peştemal bağlandığını anlatan Orhan Kurt, Osmanlı imparatorluğu'nun yapısının Karagöz'ün gelişmesinde etkili olduğunu da söylüyor: "Çünkü Karagöz'de Arnavut, Çerkez, Bulgar, Rum, Yahudi, Laz, Ermeni, Kürt, Kayserili, Kastomonulu, Adanalı var... İmparatorluğun bu çok renkli ve çok kültürlü hali gölge oyununa da aksetmiş. Bu oyun bugün gelişmiş olsaydı olsa olsa ekonomik kirizden bahsedecekti, o da çok tatsız olurdu herhalde." Avrupalılar Karagöz'e Yunanlılar Karagozis'e Sanatının altın yıllarını yaşadığını söyleyen Orhan Kurt, Avrupa'da inanılmaz bir ilgi gördüğünü söylüyor: "Avrupa'da hangi ülkeye gittiysem beni el bebek gül bebek gezdirdiler. Hatta Yunanistan'da o kadar çok ilgi gördüm ki, Başbakan bu kadarını görmemiştir. Yunanlılar'ın bizden Karagöz'ü çaldığını söylerler. Böyle şey olmaz! Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Ermeniler'in bir kısmı Ermenistan'a gitti ve Karagöz oynatmayı bıraktı. Savaştan sonra Yahudiler de bu oyuna ilgi göstermedi. Bir tek Yunanistan'a göçen Rumlar Karagöz oynatmaya devam ettiler ve Karagöz'ü Karagozis, Hacivat'ı Hacivatis olarak adlandırdılar. Mesela bizde iri yarı eli baltalı 'Baba Himmet' vardır, onlarda da 'Baba Yorgi' var. Ülkelerin, halkların birbirinden etkilenmesi çok doğaldır." Usta sanatçı, Bektaşi fıkralarını, Karagöz'ü İncili Çavuş'u, Nasreddin Hocayı yetiştiren Türk kültürünün güldürü sanatı, espri anlayışı bakımından Avrupa'dan çok daha gelişmiş olduğunu kaydediyor. Tanbur sesi, Karagöz'ün koca ustasına götürdü...
Karagöz oynatmaya beş yaşında başlayan Orhan Kurt, ilk eğitimini piyade albayı babasının kendisini Karagöz oynatan bir yüzbaşı arkadaşının yanına vermesiyle almış. 1954'de Ragıp Tuğtekin'le tanışınca da Karagöz sanatında profesyonelliğe doğru adım atmış. Sanatçının ustası Tuğtekin'le tanışması ise çok ilginç: "Bir gün Sultanahmet'e doğru çıkarken bir evden tanbur sesi duydum. Evin merdivenlerine oturup tanburu dinlerken, birden evin kapısı açıldı ve karşıma iri yarı bir adam çıktı. Bana, "Napıyorsun sen burda?" dedi. "Tanbur dinliyorum" dedim. "Niye?" diye sordu, "Ben de tanbur çalarım" dedim. O zaman beni eve davet etti. Önce o tanbur çaldı sonra bana çaldırdı. Ama o amatördü, bana "Sen profesyonelsin" dedi. Sonra "Ben Karagöz oynatırım" dedi, "Ben de oynatırım" dedim. Dedim de, büyük hata ettim. Hoca Karagözlerini getirince dilim tutuldu. Çünkü Türkiye'nin yetiştirdiği belkide en büyük Karagöz tasvir yapımcısıyla tanışmıştım. Sonra onun talebesi oldum ve 22 sene çömezliğini yaptım."
|
|
|
|
|
|
|
|