|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hürriyet'in haberi "Araları açılıyor mu?" diye soruyordu. Söz konusu olanlar ABD ve İngiltere. Gazete üç sürtüşme noktasının altını çizmiş. Bunların ilki İngiltere'nin "askeri rolü belli olmadığı için yeni birlik göndermek bir yana, Afganistan'daki birliklerini çekmeyi" düşündüğüne ilişkin. İkinci sürtüşme noktası, İngiltere'nin ABD Başkanı'nın uygulamaya koymaya çalıştığı "gizli askeri mahkemeler" sistemi; sonuncusu ise, İngiltere'nin, ABD'nin Afganistan'a yardımı yeterince ciddiye almadığı yolundaki endişesi... "Araları açılıyor mu?" sorusu ilk bakışta şaşırtıcı bir soru. Nasıl olur, Afganistan harekatını başından itibaren kolkola yürüten bu iki ülkenin arası nasıl açılabilir? Bu iki ülke birbirlerini karşılıklı olarak "özel" müttefik olarak algılamıyor mu? Evet öyle; ama demek ki bu sıkı dayanışmaya rağmen, her iki ülkenin "terörizmle sonuna kadar mücadele" etmek için yemin etmelerine rağmen, iş ülkelerin tek tek iç ve dış siyasetine gelince yol arkadaşlığı sorgulanabiliyor. Dolayısıyla "Araları açılıyor mu?" sorusu hiç de şaşırtıcı değil... Hürriyet'in bu haberini, geçen günlerde Akşam dışındaki gazetelerin bir "küçük haber" muamelesi yaptıkları başka bir haberle karşılaştıralım. Bu "küçük haber", hükümetin (Türkiye'de) Afganistan'daki operasyona asker göndermeyle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı'nı görevlendiren kararnamesinin Bakanlar Kurulu'nun imzasına açılmasına ilişkindi. Hükümet bir tezkere ile, Anayasa'nın 92. Maddesi kapsamında TBMM'den aldığı Afganistan'a asker gönderme yetkisini bu kararnameyle Genelkurmay Başkanlığı'na devretmek istiyordu. Söz konusu "tezkere"yi hatırlıyorsunuz; hani "kapsamı, zamanı, süresi...", yani özetle asker göndermeyle ilgili her çeşit yetkiyi hükümete teslim eden şu ünlü tezkere... Hükümetin imzaya açtığı kararnamenin kapsamı da çok geniş: "Kararnameyle Genelkurmay Başkanlığı, Afganistan'a gönderilecek asker sayısını belirleme, gidilecek bölgeleri tayin etme, sevk şekli ve gönderilecek askerlerin beraberlerinde götürecekleri mühimmat belirleme konularında görevlendiriliyor." Peki, hükümetin Genelkurmay'ı görevlendiren bu kararnamesinde bir olağanüstülük yok mu? Bana soracak olursanız var, hem de çok var... İsterseniz, niçin bu fikirde olduğumu yazının başında aktardığım "Araları açılıyor mu?" başlıklı haberi araya sokarak açıklamaya çalışayım: Söz konusu haberden İngiltere'nin gelinen noktada bazı endişelere kapıldığını öğreniyorduk. Ama dikkat ederseniz, bu endişeleri dile getirenler, başta başbakan olmak üzere ülkeyi yöneten siyasetçilerdi. İngiltere Afganistan'a asker mi gönderecek, ne kadar asker mi gönderecek, ne zaman mı gönderecek, nasıl mı gönderecek... bütün bu meseleler tabii ki ülkeyi yönetmek için İngilizlerden yetki almış olan hükümette. İşlerin başka türlü olması zaten akla gelecek şey mi? Tabii ki onların da bir silahlı kuvvetleri ve onun yetkilileri var; asker göndermeye ilişkin teknik bilgi ve uygulama tabii ki onların görev alanında olacak. Ama İngiltere'nin gelişmeler karşısındaki tavrını gün be gün belirlemek durumunda olanlar tabii ki Başbakan ve ekibi. Peki Türkiye'de hükümet bir kararnameyle Genelkurmay'ı görevlendirirken hangi nedenleri gözönüne aldı? Radikal gazetesi bu "nedenler"i şöyle sıralıyordu: "Edinilen bilgiye göre, Afganistan'da yaşanan hızlı gelişmelerin Türkiye açısından değerlendirilmesinin hükümet kararı gerektirmesi ve hükümetin de sık toplanamaması nedeniyle söz konusu kararname hazırlandı." Görüyorsunuz, insanı gülümseten bir "nedenler" zinciri ile karşı karşıyayız... Neymiş efendim, "hükümet sık toplanamıyormuş"; neymiş efendim, "yaşanan hızlı gelişmelere hükümetin yetişebilmesi mümkün değilmiş"! Bu türden, yani bir bakıma hükümetin hükümet edemediğini ilan eden nedenlere parlamenter bir demokraside iltifat edilebilir mi? Unutmayalım ki parlamenter demokraside "üçüncü hal" yoktur; yani hükümet ya vardır ya da yok! Afganistan'da yaşanan gelişmelerin ve bunların Batı âlemine etkilerinin çok hızlı cereyan ettiğine şüphe yok. Mesela Kunduz'un kuşatılması ardından ortaya çıkan tablo: Bu şehirdeki Taliban kuvvetleri teslim olmak için Birleşmiş Milletler'in kapısını çalar ve olumsuz yanıt alırken, Kunduz'da bulunan binlerce "yabancı İslamcılar"ın kılıçtan geçirilmesi artık an meselesi... Şehri kuşatan Kuzey İttifakı'ndan Muhammed Atta, bu "yabancılar" için "merhamet"in söz konusu olmayacağını açıklıyor. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld de aynı fikirde... Mesela ABD Başkanı'nın ülkedeki "şüpheli" yabancıları "gayri tabii" yargıçlarının karşısına çıkarma gayreti: AB ülkelerinin ciddi tepkilerine yol açan bu "hukuk tanımaz" tasarı da Afganistan savaşının bir parçası değil mi? (Bakın "çokhukuklu sistem" çalışmaya başlıyor bile!) Demek ki biz de, Batı ülkelerinin yaptığı gibi, Afganistan'daki savaşa ilişkin siyasetimizi her yeni gelişmeyi dikkate alarak her gün tekrar gözden geçirebilmeli ve sırası gelince hukukun savaş sırasında da ayakta tutulması gerektiğini hatırlatabilmeliyiz. Hiç şüphe yok ki, bu işi yapması için gerekli yetkiyle donatılmış olan tek güç de, yetkilerini devretmeyi aklına bile getirmemesi gereken hükümettir...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |