|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu ülkede kafayı tırlatmadan ayakta kalmayı başaranları "kahraman" ilan etmek lazım. Çünkü öylesine "akıllara ziyan" şeyler oluyor ki, "vay anasını bu da nereden çıktı" demeye bile fırsat kalmadan, bir başka acayip gelişme "kafayı sıyırıp" geçiveriyor... Mesela, bu ülkede niye bu kadar "kampanya" olur hiç düşündünüz mü? Doğrusu ben çok merak ediyorum, Türkiye'de yaşayan insanlar biyolojik ve sosyal bir varlık olarak yeryüzünde yaşayan diğer insanlardan daha mı geri düzeyde ki her şeyi kampanyalarla yapmak zorundalar? Yani şimdi, "seve seve" kampanyası olmasa bu ülkeyi sevmeyecek miyiz? Bakar mısınız lütfen, neredeyse "kampanya manyağı" olduk. Hükümet, enflasyon canavarıyla "yasak aşk" yaşar, işadamları "enflasyonu yeniyoruz" kampanyası başlatır. Hükümet, bir taraftan Sam Amca'nın dolarları için her sabah IMF'nin önünde "amuda" kalkar, bir bakmışsınız aynı hükümet dolara karşı camilerde "hutbeli cihat" kampanyası başlatır. "Tırlatma seansları" bu kadarla bitmez elbette. Bir taraftan, yazarları, düşünce adamlarını yazılarından ve düşüncelerinden dolayı cezaevlerine tıkarız, yürekleri okuma aşkıyla çarpan genç kızlara üniversite kapılarını kapatırız, diğer taraftan her şey güllük gülistanlıkmış gibi ülke çapında "okuma-yazma" kampanyaları başlatırız. Bir sabah kalktığınızda, medyadan sivil toplum kuruluşlarına kadar müthiş bir koronun, "yaşlı liderlerle yönetilmek istemiyoruz, artık siyaset gençlere bırakılmalı" diye yeri göğü inlettiğini görürsünüz. Milletçe sevinçten uçarız adeta, ama sevincimiz kursağımızda kalır. Çünkü bu "yalancı" bir korodur. Nitekim, aynı koro hemen ertesi gün, siyasetin "örümcekli" duvarlarını sarsmaya kalkan genç bir politikacıyı "taşa tutma" kampanyasında bir başka "seve seve" şarkısını söylemekte gecikmez. Örnek mi istiyorsunuz, alın size örnek: Daha geçen hafta, ANAP Genel Başkan Vekili Erkan Mumcu, dünyalı bir siyasetçi olarak Ecevit'in "köykent masalları"na inanmadığını belirterek, "Kalkınmayı köyden başlatacağım" diyen bir Başbakan'ın, bırakın 21. Yüzyıl'ın Başbakanı olmayı, bırakın 20 Yüzyıl'ı anlamış olmayı, 19. Yüzyıl'ı bile anlamamış olduğu aşikardır" deyiverdi. Ve tabiî kızılca kıyamet koptu. Bütün kampanyaların gönüllü coşturucuları, bu kez de dünya durdukça başımızda duracak olan Ecevit için coştular. Vay sen misin dünyada "biricik" eşi ve benzeri bulunmayan sevgili Başbakanımız'a ve masallarına dil uzatan... Anladık, şimdilik ayakta bile zor durabilen bu Başbakan'la durumu idare etmek zorundayız. İyi güzel de, peki daha düne kadar Ecevit'i, "bunaklık" dahil en ağır ifadelerle eleştirenlerin Mumcu'yu neredeyse "vatan haini" ilan etme kampanyası başlatmasını nasıl değerlendireceğiz? İşte, ben de tam bu yüzden bu kampanyalara gıcık oluyorum ya... Çünkü bu kampanyalar, sadece ve sadece statükonun bozulmaması, halkı "potansiyel tehlike" olarak gören devletin "derin gelenekleri"nin ebediyyen sürmesi için yapılıyor. Çünkü bu kampanyalar, aç olması bir yana, ses çıkarmasın diye ağzı kapatılan, düşünmesin diye beynine korku duvarları çekilen insanların acılarını sıfırlayıp "seve seve" coşması için yapılıyor. Çünkü bu kampanyalar, "19. Yüzyıl'dan kalma" Başbakanlar'ın "masalları" karşısında "maraza çıkaran" genç politikacıları susturmak için yapılır. Elbette bütün bunlar yeni bir şey değil. Çünkü bu ülke için "seve seve" o kadar çok sustuk ki... İşte bu yüzden, "seve seve" batıyoruz...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |