|
|
|
|
İslam toplumları piyasa sistemini kullanırlar ama, her şeyin mutlaka para karşılığı temin edilmesi gerekmez. Özellikle eğitim, sağlık gibi hizmetler vakıflar aracılığıyla sağlanmıştır. İnsanların fikirleri yok, fikirlerin insanları vardır. Çağımızda "sosyalist" bir fikir örgüsünü benimseyenler piyasa, girişim, kâr, sermaye gibi kavramlara önyargıyla, hatta tiksintiyle bakarlar. "Liberal" bir yaklaşımı benimseyenlerse, her toplumcu talebe ya kayıtsız kalır veya alaya alırlar. Piyasanın görünmeyen elinin bütün anormallikleri otomatik olarak düzelteceğine derinden inanırlar. Her iki gruptan aynı zamanda dinî hissiyatı olanlar çoğu kere dinlerini bu fikrî çerçevelere oturtmayı ihmal etmezler. Başka türlü nasıl rahat edebilir ki insan? İslamî liberalizm veya Budist sosyalizm gibi hilkat garibeleri bu tür yönelişlerin eseridir. Fernand Braudel, kapitalizmin piyasa düşmanı bir sosyo-ekonomik sistem olduğunu belirlemekle, sadece 150 yıldır süregelen liberalizm-sosyalizm (Marksizm) tartışmasının tarihsel bakımdan temelsizliğini ortaya koymakla kalmadı, bize kapitalizmden farklı (ve üstün) sosyal sistemler tahayyül edebileceğimizi de hatırlattı. Tahayyülün hayalperestliğe kaymaması için, bir yandan kapitalizm-piyasa ilişkisinin açıklığa kavuşturulması, diğer yandan geçmiş sosyal sistemlerin ciddi biçimde incelenmesi gerekir. Böyle bir yöneliş içinde olmadan, İslamla kapitalizmi bağdaştırma veya İslamı sosyalist gösterme girişimleri ya kötü niyetli veya çocukça çabalar olmaktan öteye gitmez. Liberal iktisatçılar Adam Smith'den bu yana şunu ileri sürüyorlar: Kapitalizm bir serbest piyasa sistemidir ve piyasa rekabeti iyi bir şeydir. Rekabet sayesinde verimlilik, dolayısıyla da hasıla artar; ekonomik pasta büyür. (Smith 'kapitalizm' kelimesini kullanmıyor, ama savunduğu sistemin içeriği aynıdır.) Büyüyen pastadan herkes eskisine göre daha fazla pay alacağına göre, rekabete karşı çıkmak anlamsızdır. Hatta gericiliktir, terakkiye düşmanlıktır. Sosyalistler ise en azından Karl Marx'tan bu yana şunu ileri sürüyorlar: Evet, kapitalizm bir serbest rekabet sistemidir, ama rekabet kötü bir şeydir. Kapitalist toplum, sermaye sahipleri ve proleterya (sanayi işçileri) olarak iki sınıfa ayrılmıştır; rekabet sistemi kapitalistlerin işçi emeğini sömürmelerini kolaylaştırmaktan ve bu sömürüyü haklılaştırmaktan başka işe yaramaz.
Kapitalizm piyasa düşmanıdır
Braudel şunu tesbit etti: Tarihteki bütün biçimleriyle kapitalizm, sınırsız sermaye birikimi arayışına dayanmaktadır. Sermaye birikiminin kaynağı kârdır. Serbest piyasa fiyatı olabilecek en düşük fiyat, dolayısıyla serbest piyasa kârı olabilecek en düşük kârdır. Bunun içindir ki, hiçbir kapitalist serbest piyasadan hoşlanmaz. Dili, dini, milliyeti ne olursa olsun, kapitalist hep piyasayı boğmaya, bastırmaya meyleder. Satın alırken rekabetçi piyasadan almak, ama satarken tekelci piyasada satmak ister. Tekelcilik, kapitalizmin son aşaması filan değil, bizzat ilk aşamasıdır. Tekelleşme bireysel niteliklerle elde edilebilse bile sürdürülemez. Bazı kapitalistler daha icatçı, yenilikçi, açıkgöz, vesair olmalarından ötürü piyasada tekelci veya yarı-tekelci konumlara gelebilirler. Fakat daha sonra toplumda kendilerinden daha icatçı, daha açıkgöz başka girişimciler mutlaka zuhur eder ve tekel gücü kırılır. Ancak, eğer tekelleşme sürecinde başka ve üstün bir güç kapitalistleri arkalarsa, o zaman kendilerinden daha becerikli oyuncular ortaya çıksa bile tekel gücü kırılamaz. Bu üstün güç "devlet"tir. Devlet, kapitalizmin suç ortağıdır. Sermaye ancak devletle bir ve aynı şey haline geldiği zaman kapitalizm ete kemiğe bürünür. İktisat ilminin temel meselesi fiyattır, yani malların mallara oranı. (Hizmeti de mal varsayalım.) Bütün biçimleri içinde para esas olarak bir aracı, bir kolaylaştırıcıdır. Filanca malın fiyatı şu kadar lira veya dolardır dediğimiz zaman, gerçekte şunu söylüyoruzdur: O malın elde edilebilmesi için, sözkonusu fiyat kadar bir mal veya hizmetten vazgeçmişizdir. Parayı aradan çektiğimizde, aslında vazgeçtiğimiz mal ile aldığımız malı takas etmiş oluyoruz. Dolayısıyla, her fiyat aynı zamanda bir toplumsal ilişkidir. Toplum düzeninin esası da adalet olduğuna (olması gerektiğine) göre, bu ilişkinin adil olması elzemdir. En azından, sözkonusu malları alıp satanlara hakkaniyet duygusu vermiş olmalıdır. Aksi halde, taraflardan biri ziyanda olduğunu hissediyorsa, toplumsal düzeni sürdürmek imkânsızlaşır.
Piyasaya evet, kapitalizme hayır
İslam dini serbest piyasa ilişkisini bir hayır, bir iyilik telakki etmiş; buna karşılık fiyat sistemi üzerinde olabilecek baskıları gidermek için toplumu piyasa mekanizmasının içine gömmemiştir. Ontolojik bağlamda bireye verdiği önem kadar, toplumsal bağlamda cemaate önem vermiş, cemaat hayatını çok önemsemiştir. Bunun iktisadî sonucu şudur: İslam toplumları piyasa sistemini yaygın biçimde kullanmakla beraber, birey ve topluluğun ihtiyaç duyduğu her şeyin mutlaka piyasadan, yani kâr amaçlı işletmelerden temini söz konusu olmamıştır. Özellikle sağlık, eğitim ve benzeri birçok ihtiyaç için ilgili cemaatler (mahalle cemaati, köy cemaati, lonca, vb.) ortak kurumlar geliştirmişlerdir. Vakıf sistemimizin özü budur. Osmanlı sisteminde yol ve köprü inşaatları da dahil olmak üzere birçok ihtiyaç vakıflar aracılığıyla karşılanmaktaydı. Bu suretle piyasaların oluşması engellenmiyor, fakat bütün toplumun kâr peşinde sürüklenmesi gibi 'marazî' bir yönelişe set çekilmiş oluyordu. Piyasa sisteminin üzerindeki birinci denetim (dizginleme) mekanizması cemaat ise, ikinci denetim mekanizması bizzat devlettir. Devlet hem hisbe teşkilatı vasıtasıyla malların kalite ve fiyatlarını denetlemekte, hem de tekel-eğilimli sermayenin garantörü rolünü oynamamaktadır. "Fiyat denetimi"nden kasıt, fiyatları gelişigüzel aşağı çekmek değil, serbest piyasa fiyatının oluşmasını engelleyen faktörleri bertaraf etmektir. Özellikle zorunlu yiyecek (ekmek ve et gibi) maddeleri üzerinde spekülasyon yapılıyorsa, bunu caydırıcı tedbirler almak. Tarihî tecrübe gösteriyor ki, bu caydırıcılık adlî olmaktan çok ekonomik yönde seyretmiştir. Yani devlet bir girişimci gibi piyasaya girmiş, mal alarak stoklamış, böylece muhtemel karaborsaların önünü tıkamıştır. (Bu gelenek bugün belediyelerin 'Halk Ekmek' gibi uygulamalarında sürmektedir.) Hülasa, İslam dini ve Müslümanlar'ın genel tarih tecrübeleri piyasa serbestisini benimsemiş; buna karşılık piyasa düşmanlığı demek olan kapitalist yönelişleri bertaraf etmiştir. Cemaat dayanışması dışında, ortak mülkiyet öngören herhangi bir "sosyalist" düzenlemeye ise sıcak bakmamıştır. Bu durumun infak ve verimlilik gibi biri kadîm diğeri modern iki önemli kavram çerçevesinde nasıl ele alınabileceğini haftaya konuşalım.
Sosyalizm adaletsizliktir
Sosyalist sistemler bu bakımdan en gayrı adil ekonomik düzenlemelerdir. İnsanlardan zorunlu olarak belli miktarda "emek" (veya bu emeğin ürünlerini) almakta ve karşılığında bürokratik bir yapının uygun gördüğü miktarda bir mal sepeti sunmaktadır. Bu alışverişin adil olduğunu bize kim kanıtlayabilir? Böyle bir sistemde insanlar (hem de kapitalizme rahmet okutturacak tarzda) emeklerine yabancılaştırılmış olmazlar mı? Toplumda üretilen mal ve hizmetlerin bölüşümünün adil olması, tepeden bilgiç bir otoritenin onayıyla sağlanamaz. Adalet sağlanamadığı gibi, verimlilik de temin edilemez. Emeğimin ürününü birileri alıp götürüyor ve sadece önüme birkaç parça (hatta çokça) eşya atılıyorsa, böyle bir sistemi kabullenmem için hiçbir manevi baskı hissetmem. Özgürlüğüm, en az emeğim kadar önemli ve değerlidir. Piyasa sistemine ahlâken karşı çıkmak mümkün değildir. Bir pazaryerine mal ve hizmetinizi sunuyor, karşılığında elde ettiğiniz "değer" ile de arzu ettiğiniz mal ve hizmetleri satın alıyorsunuz. Problem şurada: Piyasa sistemi nazik bir düzenlemedir; bir süre sonra güçlülerin av mekânı haline gelir. Kendi mal ve hizmetlerinizi rekabet fiyatlarından (en düşük) satar, ihtiyaç duyduğunuz maddelerin çoğunu tekel fiyatlarından (en yüksek) almaya başlarsınız. Bu sefer de sosyalizme rahmet okutacak bir adaletsiz yapı ortaya çıkar. Ve devlet dediğimiz siyasi uzviyet bu haksız yapının garantörü haline geldiğinde, fert olarak hiçbir gücünüz kalmaz. Kapitalizm "serbest piyasa sistemi" değil, büyük sermayenin devletle bütünleştiği, ileri ölçüde tekelleşmiş piyasa sistemidir. İslam dini ve tarihleri boyunca Müslüman toplumlar her iki adaletsizlikten (kapitalizm ve sosyalizm) sakınmada muazzam bir başarı gösterdiler. Bu 'dinî-nazarî' ve tarihî tecrübeden yararlanmadan mevcut adaletsizliklere alternatif önermek mümkün değildir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
|
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |