T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sesinizi duyan çok lakin yaranıza merhem süren yok

Evvelki hafta Zeynep Gül imzalı "Sesimizi duyan var mı?" isimli bir kitap geldi. Kapağında kırılan iki beyaz gül bulunan bu kitap, başörtülü oldukları için derslerine devam etmeleri güvenlik güçleri marifetiyle engellenen kızlarımızın bir derlemesinden oluşuyor.

Kitap, "Kaderleri kef ile yazılanlar" adı altında mağdurların kaleminden çıkmış, "Basından yansıyanlar" adı altında alıntılar ve "Başörtüsü için neler söylediler" başlığı altında seçme sözler olmak üzere 3 bölümden oluşuyor.

Kitabı aldım kırılan iki gül beni son derece mütehassis etti. Tevafuk bu ya çevremde çok sayıda başörtüsü mağduresi yakınlarımın yanısıra benim de biri İÜ Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü üçüncü sınıfta bırakmak zorunda kalan, ikincisi de İlahiyat'tan yasak öncesi mezun olarak son anda kurtulan iki kızım var. Sanki bu kırılan iki gül benim kızlarımı simgeliyordu.

Çok geçmedi geçen hafta da biri ikinci sınıf öteki üçüncü sınıf İlahiyat öğrencisi iki kız bir erkek arkadaşlarıyla sorunlarını anlatmak için gazetedeki odama geldiler. Kırılmış iki gül gibi..

Gelen kızlarımızın getirdikleri kırmızı bir gülü bana uzatmaları ise göz bardağımı taşıran son damla gibi beni öyle duygulandırdı ki utanmasan ağlayacaktım. Ağlamadım değil, ağladım ama gözyaşımı içime akıtarak.

Başörtüsü mağduresi kızlarımızın sesini en iyi duyanlardan biriyim ama elden gelen bir çözümün şu anda uzakta duruyor olması da kahrediyor.. Ayrıca dava başından kaybedilmişti. Davayı daha yasak başlamadan peruk takmayı baş açmayı tecviz eden görüşlerle taa başından kaybetmiştik.

Yasal hak aramak yerine yasağa meşruiyet kazandıracak teslimiyetçi bir yaklaşım hakim oldu. Ve dava işte o zaman orada kaybedildi.

Şimdiden sonra da zaten yasal olmayan bu yasağı ortadan kaldırma görevi siyasetin görevi haline geldi.

Evet, bu keyfi uygulamaya siyasi iradenin dur demesinden başka çare kalmadı. Çünkü son seçimlerde bu sorunu çözeceğini vaadederek Meclis'e giren siyasiler çözüm yolunu kendi elleriyle tıkadılar. Erkeklik-ürkeklik politikasıyla Meclis'e erkekçe gireceklerini vaadeden siyasiler de yasağa teslim olunca mesele tamamıyla siyasete kilitlendi. Kilitlenmekle kalmadı bu politik tavır sonunda yasak İlahiyatlar'a ve İmam Hatipler'e kadar sirayet etti.

Başörtüsünün bir siyasi simge olmadığını -siyasi simgeler de yasak değil ya- bazı İlahiyatçılar'ın iddia ettiği gibi sonradan ortaya çıkmış bir alışkanlık da değil, tersine İslam'ın bir emri olduğunu devletin din işlerinden sorumlu resmi kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu herhangi bir şüpheye yer olmayacak şekilde açık seçik ilan etmiştir. Artık bürokrasiden kimsenin kalkıp buna itiraz etmemesi gerekir.

Dini hüküm böyleyken, yasalarda kıyafet özgürlüğü esas alınmışken ve başörtüsünü yasaklayan herhangi bir sarih hüküm bulunmazken üniversitelerde uygulanan yasak sadece Anayasa Mahkemesi'nin bir yorumuna dayandırılarak başka bir hukuksuzluk sergilenmektedir. Yani başörtüsü yasağı yasal değildir. Çünkü Anayasa Mahkemesi'nin kanun koyucu gibi hareket etmesi bizzat Anayasa'ya aykırıdır. Ama yasakçıların dolanıp gelip dayandıkları tek kaynak Anayasa Mahkemesi'nin yorumu. Oysa bu yorumun kendisi bizzat Anayasa'ya aykırı.

Neresinden bakılsa mesnetsiz olduğu görülen başörtüsü yasağı tatbikatının keyfiliğine dur diyecek olan tekrar altını çizerek söylüyorum ki siyasettir.

Siyasetin iktidar kanadından çözüm için bir umut ışığı görünmüyor. ANAP Genel Başkan Yardımcısı Erkan Mumcu Ecevit'in köykent fantezisini eleştireceği yerde hükümetinin bu en basit insan hakkı sorununun üzerine üzerine gitmiş olsaydı belki daha faydalı olabilir ve çözümü çabuklaştırabilirdi.. Çünkü hükümet içinde bu yanlış uygulamaya karşı en yürekli tavrı koyan da kendisi olmuştu. DSP zaten yasaktan yana, MHP ise var mı yok mu orası belli değil. Ayrıca hükümet partilerinin tamamının oy toplamı yüzde 10'lara kadar inmiş vaziyette.

Muhalefet ise bu konuda ağzını açmaya çekiniyor.

Siyaset fena halde sindirilmiş görüyor.

Ama yine altını kalın çizgilerle çizerek tekrar ediyorum ki, çözüm siyasettedir, Meclis'tedir. Siyasetin iki gömleğini giymeyi göze alacak yürekli, mangal yürekli siyasiler bu sorunu kökünden çözmeye muktedir olabilirler. Liderlerin seçtiği vekillerle ne bu sorun ne de başka bir sorunun çözülmesi mümkün değildir. Çünkü onların büyük çoğunluğu bu sorunları değil tekrar nasıl seçileceklerini düşünmek ve tedbir almakla meşguller!!!

Ülkenin içinde bulunduğu sorunların tamamının çözümü artık bir seçimden geçiyor, bunu kimse inkar etmiyor, ama milletin vekilini bizzat seçtiği bir seçimden.

Sayın Cumhurbaşkanı'nın gazetelere yansıyan dünkü açıklaması da şaşırtıcı idi. Seçim kanununa önseçimin getirilmesini talep ediyordu. Oysa kanunda zaten ön seçim sistemi var ama zorunlu değil. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bunu bilmemesi şaşırtıcı. Tahminim bu hata sözcünün hatası. Söylenmesi gereken yasada zaten var olan önseçimin zorunlu kılınması, belki biraz da tadil edilmesidir.

Evet ekonomik krizi de başörtüsü sorununu da diğer çözüm bekleyen sorunları da milletin doğrudan belirleyeceği gerçek vekillerin oluşturduğu Meclis'in çözeceğine inanıyorum.


25 Kasım 2001
Pazar
 
Resul Tosun
RESUL TOSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED