|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye, yakın tarihinin belki de en kritik haftasına yarından itibaren giriyor; çünkü Kemal Derviş bugün ülkeye geri dönüyor. Kemal Derviş'in geri dönmesi demek, yarından itibaren, hükümetin önüne "yeni program"ı koyması ve bu "yeni program"ın hükümet ortakları tarafından fazla mızmızlanmadan kabulünü talep etmesi demek. Program, ister istemez, "devlet rantının kabaca paylaşımı" anlamına gelen kamu bankalarının çeşitli partiler (genel başkanlar diye de okuyabilirsiniz) arasında "üleşilmesi"ne son verilmesini öngörecek. Yani, Kemal Derviş, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı'na atandığı vakit, ANAP ve MHP'nin ellerinde "cimrice" tuttuğu Emlakbank, Vakıfbank ve Ziraat Bankası'nın ve bu arada Özelleştirme İdaresi'nin kaderinin de, "ortaklar" tarafından değil, "program" ve "programın müellifi" yani Kemal Derviş tarafından belirlenmesi söz konusu olacak. Olmazsa? Olmayabilir. O takdirde, piyasaların ve Türkiye'nin rahatlamak için beklediği ve bu beklentisi uğruna Kemal Derviş'in ardında seferber olduğu Amerika ve uluslararası finans kuruluşlarından "para enjeksiyonu" hayal olacak. Zaten Derviş, bunun böyle olacağını, Washington'dan verdiği mesajlarda iletti. Kemal Derviş, şu sırada, Türkiye'nin "en güçlü" adamı. Gücü, hükümetin, devletiyle birlikte "mali iflası"ndan kaynaklanıyor. Nitekim, dünkü Star gazetesinde Engin Ardıç, en aşırı ve bir bakıma çarpıcı satırlarda durumu özetleyivermiş: "Hiç lafı evirip çevirmeyelim. Türkiye Cumhuriyeti devleti iflas etmiştir. 100 milyar dolara yaklaşan dış borcuna ek olarak şimdi Kemal Derviş, bir söylentiye göre 25 milyar, yeni çıkan bir lafa göre de 40 milyar dolar daha bulmaya çalışmaktadır. Türkiye'nin bu parayı geri ödemesi imkansız denecek kadar zordur. Kaynakları ve "malvarlığı" yetmez. Üzerine de yatamaz, yani kibarca "konsolidasyon" dedikleri işi yapamaz. O zaman ya alacaklı devletler ve bankalar gelip kaynaklarımıza doğrudan el koyarlar, yani bir çeşit Düyun-u Umumiye idaresi kurulur... Ya de sesinizi kısar, Kıbrıs'tan çekilir, "güneydoğuda" da istenen "tavizleri" verirsiniz. Eh, bu da "bittiğiniz" anlamına gelir zaten... Ya da önünüzdeki yüzyılı da gıdım gıdım bu parayı geri ödemekle geçirir ve olduğunuz yerde "patinaj" yaparsınız. Büsbütün geri gitmezseniz eğer." Durum gerçekten bu kadar vahim mi? Evet. Tam böyle değilse de, buna yakın. O yüzden siyaset sınıfının hala "idrak zaafı" çekmesi kolay izah edilir bir hal değil. Başta Bülent Ecevit. Bu "kriz"in başsorumlusu, kalkmış hala "dalgalı kur politikasının ihracatı arttırıcı etkisi"nden söz edip, sanki "kriz" iyi ki olmuş da, her şey iyiye gitmeye başlamış gibi "mutlu". Bu, bir "siyasi basiretsizlik" veya "ekonomi cehaleti" örneği değilse -ki, her ikisinden de muzdarip olduğu artık tüm kamuoyu tarafından görülebiliyor- ortada hazin bir "tıp vak'ası" bulunduğuna hükmedilebilir. Öyle ya da böyle, mezkur kişi, "Türkiye'nin Başbakanı" sıfatını taşıdığına göre, milletimiz için bir tür "ölümlerden ölüm beğen" vaziyetiyle karşı karşıyayız. Ama neyse ki, onu bir grup gazetenin Ankara temsilcisinden başka ciddiye alan ve önemseyen pek kalmadı. Ve neyse ki, Kemal Derviş bugün yurda döneceği için, zırva dinlemekle vakit geçirmeyeceğiz; gayet ciddi ve hayati konuların üzerine eğilebileceğiz. Aslında uluslararası çevreler Türkiye'yi kendi yöneticilerinden ve basınından daha fazla ciddiye alıyorlar. Sürekli siyasi ve ekonomik raporlar yayınlıyorlar. Bunlardan biri Lehman Brothers adlı tanınmış kuruluş. "Türkiye: Beş Temel Ders" adlı ve Kemal Derviş'e de e-mail aracılığıyla ilettikleri raporda, son krizin ortaya koyduğu ve gözönüne alınmaması halinde daha ağır bir krizin Türkiye'yi beklediği "beş temel ders"i şöyle sıralıyor: 1. Banka sisteminin sorunlarının uygun bir takvim içinde ele alınamaması halinde, bununla bağlantılı olan riskler. (Kemal Derviş aynı kanıda olmalı ki, "neşter"i öncelikle ve bir "uygun takvim içinde" bankacılık sistemine vurma eğiliminde.) 2. Fiskal ayarlamaların çok hızla yapılması tehlikeleri. 3. Saydamlığın ve güvenilirliğin merkezi rolü. 4. Danışma ve konsansüs oluşturma. 5. Küreselleşme çağında kur rejimleri. Rapor, "Bu zaafların üzerine yeterince gidilmemesi halinde yeni programın kaderinin de bir öncekiyle aynı olacağı yargısındayız" cümlesiyle bitiyor. Her bir maddenin (dersin) ayrıntılı teknik açıklamaları yapılıyor. İlginç olan bir husus, "üçüncü ders" yani "transparency" (saydamlık) ve "credibility" (güvenilirlik) kavramlarının "merkezi rolü" ile ilgili. Burada, askeri harcamaların TBMM'de doğru dürüst tartışılmadan geçtiğine değinilerek, "askeri modernizasyon için on yıllık bir sürede 70 milyar dolar (bizdeki bilgi, bu rakamın iki misli) öngörülmüş. Çeşitli sektörlerde 30 işletmesi bulunan ve vergi muafiyeti nedeniyle hayli karlı olan OYAK'ın bu vergiden muaf durumunun bütçeye maliyeti bilinmiyor" deniliyor. "Dördüncü ders" ise, bizce, önceki programın başarısızlığının "görünmeyen" ama temel sebebi. O yüzden, Kemal Derviş'e, sadece hükümet ile değil, muhalefet partileriyle, TOBB'la, TÜSİAD ve diğerleriyle ve sendikalarla da görüşmesinin ve "program"a desteklerinin elde edilmesinin "şart" olduğunu vurguluyoruz. İşin şakası yok.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |