|
|
|
|
Devlet bir defaya mahsus olmak üzere adam gibi kalpazanlık yapmalı, yıllar boyu kaynak aktardığı faizci azınlığa haksızlık etme pahasına iç borç cenderesini kırmalıdır. Şubat 2001 krizinin Cumhuriyet tarihi boyunca tanık olduğumuz ekonomik krizlerden temel farkı şu: Devlet ilk defa bu kadar çaresiz! Daha önceki krizler ne kadar derin olursa olsun, devletin hep bir manevra alanı olmuştu. Şimdi ise kalpazan misali para basmaktan başka çaresi gözükmüyor. Büyük müttefiklerimiz (!) ne kadar büyük tavizler istemiş olmalılar ki, dışarıdan ciddi bir para geleceğe benzemiyor. Doğrusu ben bile bu kadarını beklemiyordum. Hiç değilse ilk iki hafta içinde 10-15 milyar dolar gelir, dolar kuru 850-900 bin lira arasında istikrara kavuşur diye düşünüyordum. Meğer müttefikler nezdindeki itibarımız devalüe zannımızın bile çok altında imiş. Yeşil kağıtlar gelmedi ve dolar bu gidişle ay sonuna varmadan 1.5 milyon lirayı bulabilir. Televole iktisatçıları hâlâ televizyon ekranlarında krize güya çare arıyorlar. Oysa krizin başlamasından bir gün önce bile hiçbir öngörüleri yoktu.
Bir defalık para basılsın
1994 yılında MÜSİAD'da 'İflas 99' başlıklı bir rapor hazırlayıp kamuoyuna sunduğumuzda bu televoleci iktisat profesörlerinden bir kısmı bizi alaya almışlardı. Raporda devletin iç borçlanmaya 5 yıldan fazla dayanamayacağını, 1999 yılında faiz giderinin tüm vergi gelirlerini aşacağını, dolayısıyla farklı bir yola girilmediği müddetçe devletin tıpkı bir şirket gibi iflasının kaçınılmaz olduğunu yazıyorduk. Çare olarak da, yabancılaşmaya ve tekelleşmeye dönüşmeyecek hızlı bir özelleştirme, kamu arazilerinin satışı ve bir de kısmi monetizasyon (para basma) öneriyorduk. O gün kısmi, ölçülü parasallaşmaya karşı çıkanlar, bugün devlete hemen para bas diyorlar. Para basmanın enflasyonu azdıracağını biz de bilmiyor değildik elbette. Fakat enflasyonun iki temel kaynağından ehven olanıydı para basmak. Devlet iç borçlarını ödemek için her seferinde ya daha yüksek faizle borçlanmak, yahut faiz baskısını kıracak kadar para basmak alternatifleriyle karşı karşıyaydı. Ben şöyle düşünüyordum: Para basarak borç ödediğiniz zaman, borçverenlere haksızlık etmiş olursunuz. Yüksek reel faizle borçlanmaya devam ederseniz, vergi ödeyen büyük halk kitlesine haksızlık etmiş olursunuz. Elde edilen yüksek reel faiz her kriz esnasında önemli ölçüde dışarı çıkarılmakta, böylece ülkenin finans kaynakları giderek daraltılmaktadır. Devlet bir defaya mahsus olmak üzere adam gibi kalpazanlık yapmalı, yıllar boyu kaynak aktardığı faizci azınlığa haksızlık etme pahasına iç borç cenderesini kırmalıdır. Bunun bir miktar enflasyon yaratması hiç önemli değildir. Bu ölçülü öneriye dudak bükenlerin günün birinde kalpazanlık sarasına tutulması kaçınılmazdı. Üstelik, özelleştirme ve arazi satma imkanları da çok kısıtlı olduğundan, bugün çok daha hızlı ve geniş kapsamlı bir resmi kalpazanlık söz konusu olacaktır. Kamu bankalarını özelleştireceği söylenen devlet, holdinglerin elindeki bankaları bir bir devletleştiriyor. Acaba kamu bankalarını kime satacaktır? Nakit sıkıntısı içinde kıvranan şirketlerden hangisi hazine arazilerine talip olacaktır? Yoksa bunlar çok kelepir fiyatlarla yabancılara mı pazarlanacaktır? Bunların hepsini 1994'te öngördük ve hem MÜSİAD raporlarında, hem 1995 başından itibaren Yeni Şafak sayfalarında defalarca yazdık. Kanal 7'deki Üçüncü Göz programının birçok bölümünü bu konuya ayırdık. Yüksek reel faizle kasıtlı iç borçlanmanın sonunda sadece ekonomik krize değil, topyekün bir devlet krizine yol açacağını defalarca belirttik.
Yaşanan devlet krizidir
Evet, ister yüksek sesle dile getirelim, ister saygı veya korkumuzdan meseleyi kapatır gibi davranalım, yaşamakta olduğumuz bir devlet krizidir. Devlet, insanlık tarihinin en kadim kurumlarından biridir. Yığınlar, devlet sayesinde ëmillet' olurlar. Başka bir deyişle, devlet, milletin tarihsel seyir içindeki varoluş mümessilidir. Sosyoloji dilinde 'medeniyet' diye nitelediğimiz tarihsel oluşumlar, aslında uzun ömürlü devletlerin (imparatorlukların) kültürel boyutundan başka birşey değildir. Devlet olmadan, medeniyet de olmaz. Ekonomik boyutuyla devlet, bir vergi toplama mekanizmasıdır. Toplumun her yıl ürettiği servetten bir pay alır; bunun karşılığında, başta güvenlik olmak üzere birtakım hizmetler sunar. Üretilen servet ne kadar çoksa, devletin alacağı pay o kadar yüksek olur. Onun için, devletler sadece toplayacakları vergi miktarına değil, toplumun servet edinme tarzına da duyarlı olurlar. Devletler, ekonomik anlamda dinamik toplum unsurlarına dayanmak zorundadırlar. Toplum içinde hiçbir öbek dinamizmini sonsuza dek sürdüremeyeceğinden, devletler (eğer uzun ömürlü olmak, tarihte bir iz bırakmak istiyorlarsa) dinamizmini yitiren zümrelere elveda demek zorundadırlar. Kendini toplumun genel dinamizmine değil, belirli zümrelerin çıkarlarına ayarlayan bir devlet, olayların tozu dumanı içinde kaybolup gider. Aşağı yukarı doğa yasaları kadar kesin bir toplum yasası şudur: Girişimci zümrelerin çocukları ve torunları, birkaç istisna ile, zaman içinde girişim ruhunu yitirirler. Dedelerinin ve babalarının elde ettiği serveti kendi gelecekleri için yeterli teminat sayar, daha fazla çalışmaktansa, az çalışıp hayatın tadını çıkarmaya bakarlar. Bir kısmı sanata yönelir, bir kısmı düpedüz rantçı olup çıkar. Miras kalan servetlerini faiz ve kira gelirleri elde edecek biçimde değerlendirirler. Thomas Mann'ın Buddenbrooklar'da, Orhan Pamuk'un Cevdet Bey ve Oğulları'nda vurguladığı gerçek budur. Yüksek reel faizle kasıtlı iç borçlanmanın sonunda sadece ekonomik krize değil, topyekün bir devlet krizine yol açacağını defalarca belirttik. Büyük müttefiklerimiz (!) ne kadar büyük tavizler istemiş olmalılar ki, dışarıdan ciddi bir para geleceğe benzemiyor.
KOBİ'ler yarının büyükleridirKüçüklerin dinamizmine büyüklerin konforunu tercih eden bir devlet 'ebediyen payidar' olamaz! İkinci bir toplum yasası ise, ister şirket ister devlet olsun, bütün toplumsal kurumların başlangıçta küçük boyutlu oldukları; birtakım ilke veya yasalara uymaları halinde büyüyüp geliştikleri; aksi halde arkalarında hiçbir iz bırakmadan kaybolup gittikleridir. Bugün KOBİ diye nitelediğimiz küçük ve ortaboy şirketler de bu bağlamda ele alınmalıdır. Bugünün KOBİlerinin bir kısmı, yarının büyük şirketleri olmaya adaydır. Örneğin, Fortune 500 şirketlerinin üçte biri her on yılda bir yer değiştirmekte, bu zaman aralığı ise gün geçtikçe kısalmaktadır. Büyük şirketlerin bir kısmı liste dışı kalırken, aşağıdan yukarıya doğru amansız bir yükseliş sürüp gitmektedir. Türkiye'de devletin görece tarafsız kalabildiği 1980'lerde çok sayıda yeni küçük şirket yukarı doğru tırmanmış, fakat 1990'ların başlarından itibaren bu yükseliş sistemli bir engellemeyle yüzyüze kalmıştır. Devlet, yeni ve dinamik toplum unsurlarına sahip çıkmak yerine, eski ve verimsiz sermaye zümrelerinin garantörü rolünü oynayarak, kendi olağan ömrünü kemiren garip bir yaratığa dönüşmüştür. Ekonomiyi olduğu kadar devleti de köklerinden sarsan Şubat 2001 krizi, devletin artık kendini sokan akrep olmaya devam edemeyeceğini açık seçik göstermektedir. KOBİler Almanya'dan Japonya'ya kadar birçok ülkede sanayi ve ticaretin belkemiğidirler. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip ABD'de de durum farklı değildir. Bir istatistiğe göre, 1991 yılında ABD'deki 20 milyon 400 bin işletmenin yüzde 89'u 10 kişiden az, yüzde 99'dan fazlası ise 500 kişiden az eleman çalıştıran küçük işletmelerden oluşmaktaydı. Bunların toplam hasıla ve istihdam içindeki payları yüzde 40-50 dolaylarında olduğundan, gerek lokal ve eyalet, gerekse federal kurumlar tarafından son derece ciddiye alınmakta ve korunmaktadırlar. Ulusal finans sistemi içinde biriken fonların en az üçte birinden yararlanabilmektedirler. Türkiye'de KOBİ'lerin toplam finans pastasından aldıkları pay ise yüzde 3'ün altındadır! Her krizden sonra bu minnacık paya bile tırpan atılmaktadır. Türkiye'de yapısal bir ekonomi reformu yapılacaksa, bu ıslahat KOBİ'leri merkeze almak zorundadır. Küçüklerin dinamizmine büyüklerin konforunu tercih eden bir devlet 'ebediyen payidar' olamaz!
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
|
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |