T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Hedefsiz zafer olmaz

Bir millet için önemli olan şu veya bu yönetim tarzından çok, evrensel değer taşıyan bir misyona sahip ve bu misyonu gerçekleştirebilecek etkinlikte bir örgütlenme arayışı içinde olmasıdır.

Çinliler çeyrek yüzyıl önce ilk modern imparatorlarına kavuştular (Deng). Ruslar, Putin ile modern çarlarını buldular. Türkler padişah arayışı içinde olmadıkları için, kendilerine uzaktan vali tayin edilmek üzeredir. Sözlerimi basit bir rejim eleştirisi veya padişahlık yönetimine özlem sananlar, özne-milletlerin tarih içindeki maceralarından bihaber olanlardır. Bir millet için şu veya bu yönetim tarzından çok, evrensel değer taşıyan bir misyona sahip olması ve bu misyonu gerçekleştirebilecek etkinlikte bir örgütlenme arayışı içinde olmasıdır. Siyasi yönetimin biçimi ve daha da önemlisi meşruluğu (halkın gözünde haklılığı), sözkonusu örgütlenmenin etkinliğini arttırır. Yönetim meşruluğunu yitirdikçe, etkinlik azalmaya meyleder. Devlet gücünün tek kaynağı vardır: halkın rızası. Millet ile devletin ortak bir hedefe sahip olması.

BOLŞEVİK İHTİLALİ'Nİ PROLETERYA YAPMADI

Sosyalizm Ruslar için olduğu kadar Çinliler içinde bir kendini koruma ve etkinliğini arttırma aracıydı. Rusya, 18. yüzyıl ortalarından itibaren sanayileşme arayışı içindeydi; 19. yüzyıl ortalarında Batı Avrupa ile arasındaki mesafe azalıyor gözüküyordu. Fakat yüzyıl sonlarına gelindiğinde, Rusya'nın hızla sanayisizleşmekte olduğu, yani Batı ile arasındaki farkın açıldığı anlaşıldı. 1905'te Japonlar karşısında aldıkları yüzkızartıcı yenilgi, bardağı taşıran damla oldu. Rus seçkin zümreleri, kapitalist meta ağlarından geri çekilmedikçe Rusya'nın sanayileşemeyeceği noktasında birleştiler. Bolşevik İhtilali, Lenincilerin iddia ettikleri gibi bir proleterya devrimi değildi; işçi sınıfının toplam nüfus içindeki payı henüz yüzde 3'ü bile bulmamıştı. 1917 Ekim Devrimi, Rusya'nın kapitalist meta ağlarından geri çekilmesi, sosyalist bir altsistem oluşturarak onun rantı sayesinde sanayileşmeyi gerçekleştirme çabasıydı.

ÇİNLİLER İÇİN SOSYALİZM BİR LİMAN

Çinliler için sosyalizm ülke bütünlüğünü sağlamanın modern bir yolundan başka birşey değildi. "Çinlilik" her zaman ırksal olmaktan çok kültürel bir inşa olagelmişti. Bu bakımdan Batı karşısında, Batı ürünü bir ideolojiyle ayakta kalmaya çalışmak çelişkili gözükse de kaçınılmazdı. Fırtınanın etkisi dininceye kadar herhangi bir limanda demir atılabilirdi. Önemli olan maliyetine katlanılan şeyin kıymetini bilmekti. O liman bugün Çin sanayileşmesi için bir çıkış kapısı olmuştur. Sosyalist siyasi sistemin muhafazası sayesinde, Çin'de sanayileşme inanılmaz bir hızla ilerlemektedir. (Sosyalizm iç istikrar anlamına geldiği gibi, uzunca bir süre devam edecek olan ucuz işgücü havuzu anlamına da gelmektedir. Bu yüzden Çin'e her yıl yapılan doğrudan yabancı yatırım miktarı 50 milyar dolara yaklaşmaktadır. Bunun beşte dördü Çin diasporasına aittir, yani Çin dışında yaşayan Çinlilere! Sosyalizmden hemen vazgeçilse, sanayileşme tehlikeye düşer. )

Rusya, bilimsel-teknolojik gelişmelerin başdöndürücü bir hızla piyasa sistemiyle etkileştiği rekabetçi kapitalizm evresinde ayakta duramadı ve çözülmeye yüz tuttu. Çin'in aksine, reformlara ekonomiden değil siyasetten başladığı için çabuk dağıldı ve ekonomiyi de etkinleştirme imkanını yitirdi. Önümüzdeki yıllarda Rusya'nın en büyük avantajı, ABD'nin bugünlerde içine girdiği nükleer gerginliği tırmandırma arayışı olacaktır. ABD, bir Avrupa ordusunun kurulmasını caydırmak (en azından geciktirmek) için nükleer savunmaya yönelirse, Rusya ile Batı Avrupa birbirlerine hızla yaklaşacaklardır. Bu da Rusya'nın sanayileşmesi için Avrupa'nın daha büyük fedakarlıklara katlanması anlamına gelecektir. Çin bile bu süreçte Rusya'ya destek verecektir. (Masum okuyucuya nükleer savunmanın gerçekte nükleer hücum anlamına geldiğin hatırlatalım. Malum, modern dünyanın bütün savaş bakanlıklarının adı savunma bakanlığıdır!)

Peki, Türkiye'de neler olmaktadır? Bakan Derviş, her ağzını açışta "son şans"tan söz etmektedir. Batı dünyasının, münhasıran Amerika'nın marjinal mali yardımı Türkiye'nin son şansı imiş. Oysa taşıma suyla değirmenin dönmeyeceğini bu millet asırlardan beri biliyor. Kaynak millettir. Derin millet. Derin adını taktığımız sığ devlet bu gerçeği farketse, milletle ortak hedefe sahip olmanın önemini kavrasa, mesele kalmayacaktır.

Başarı için 'ortak hedef' belirlenmeli

İşletme yönetiminde, yönetilenleri motive etme, büyük başarılar için harekete geçirme hususunda çeşitli teoriler öne sürülmüştür. Bunlardan iki tanesi X ve Y teorileri diye bilinmektedir. Türkiye'de devlet, adeta X teorisini halkına uygulayan despot bir şirket gibidir. Bu yaklaşımın üç temel ilkesi şunlardır:

1. İnsanlar çalışmaktan nefret ederler. (Öğrencilik yıllarımızda panolara şöyle sözler asılırdı: "İnsan yorgun doğar, dinlenmek için yaşar. İçinden çalışma hissi geliyorsa, boşver, dinlen biraz, mutlaka geçer.")

2. Örgüt (burada şirket veya devlet) amaçlarının gerçekleşmesi yolunda çalışmalarını sağlamak için güdülmeleri, cezayla tehdit edilmeleri gerekir.

3. İnsanlar sadece güvenlik isterler, hırslı değildirler; ne yapmaları gerektiği kendilerine söylensin isterler; sorumluluk almaktan hoşlanmazlar.

Şöyle bir çevremize bakalım; çoğu devlet memurlarının ve giderek tüm halkın bu şemaya ne kadar ayak uydurmuş olduğunu kolaylıkla görebiliriz.

Özel sektörde durum farklı

Oysa Y teorisinin varsayımları çok daha sıcak ve insancadır:

1. İnsanoğlu çalışmaktan hiç de nefret etmez. Yemek, içmek, uyumak gibi doğal bir ihtiyaçtır çalışmak.

2. Çalışması için onu tehdit etmek veya zorlamak gerekmez. Eğer "ortak bir hedef" tesbit edilmişse, o hedefe ulaşmak için kendisini gütmenizi beklemez. İnsanları gütmekten başka birşey düşünmeyenler, onlarla ortak bir hedefe sahip olmayanlardır.

3. Ne var ki, insanoğlu benliğini ve gelişme ihtiyacını tatmin edebildiği ölçüde kendini çalışmaya adar. Aksi halde işten kaçar.

Şirket yöneticileri için elemanlarını, devlet yöneticileri için de tüm halkı iyi tanımak şarttır. Neyi iyi yaptıklarını, neyi severek yaptıklarını, zaaflarını, güçlü yanlarını, konumlarından ne beklediklerini öğrenmeden onları yönetemezsiniz. İster şirket ister devlet olsun, bütün örgütlerin tek geçerli varlık sebebi olabilir: Örgüte dahil olan herkese diğerleriyle beraber çalışması sonucunda, kendi konumunu ilerletme imkanı sağlaması. İnsanları verimli olmaya gelişigüzel çağıramazsınız; kapılar içeriden kilitlidir. Ancak örgütün hedeflerinde kendi maddi/manevi çıkarlarını görürlerse kendilerini zorlarlar.

Ho Amca'nın GENERALLERİ

Vietnam savaşında Ho Amca'nın generalleri (Vietnam devletinin o gün için tepe yöneticileri!) o kadar başarılı oldular ki, Batılı örgütlerin yöneticileri parmaklarını ısırdılar. Jules Roy, askerleriyle ortak bir hedefe kilitlenmiş olan Vietnamlı paşaları bakın nasıl tasvir ediyor: "Generalleri, yakalarındaki yıldız dışında erlerden ayıran hiçbir şey yok. Üniformaları aynı kumaştandır, aynı başlıkları giyerler; albayla erat beraber yanyana yürür; ceplerinde taşıdıkları pirinçle karınlarını doyurur veya ormandaki bitkilerle, avladıkları balıklarla beslenirler; su buldukça içerler. Güzel sekreterleri, önceden paketlenmiş tayınları, özel arabaları, yüksek maaşları yoktur. Doğru düzgün bir bandoları bile yoktur. Ama neleri vardır biliyor musunuz? Zaferleri var, Allah kahretsin, zaferleri..."


6 Mayıs 2001
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED