T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Derviş'i tanımlamak

Kemal Derviş'le siyaset arasındaki ilgiye dair yorumlar arttıkça, "Derviş'i tanımlama" zarureti daha bir kendini gösteriyor.

Neşe Düzel'le mülâkatında Doç. Dr. Ümit Cizre, siyasetçinin güçsüzlüğü, kötülenmesi, topluma, özellikle "modern laik sektörler"e sindirilen 28 Şubat ruhu, ve sistemin anti demokratik karakteri üzerine çok önemli tesbitler yaptıktan sonra "yeni lider tipi" olarak Kemal Derviş'i gösteriyor. "Yeni bir kadro ile" Derviş hareketi... (Radikal, 7 mayıs 2001)

Türkiye'nin ihtiyacı olan sistem restorasyonu zarureti ve Derviş'e yüklenen misyon... Bu mu Türkiye'nin önündeki gündem?

Önce bazı tesbitler:

-Derviş şu andaki popülaritesini, kendi özel reform-restorasyon paketine değil, IMF-Dünya Bankası ve onun arkasındaki güçlerin sağladığı "promosyon paketi"ne borçlu. Medya promosyonlarına alışkın olan toplum kesimlerimiz, bu IMF promosyonuna da tutku ile yönelmiş durumda. Bu promosyon çizgisi, Derviş iktidarına kadar sürüp, Türkiye için öngörülen sistem restorasyonuna da biçim vermeye mi yönelmiştir? "Siz ekonominizi de demokratikleşmenizi de biz olmadan yoluna koyamazsınız" diyen bir irade ile mi karşı karşıyadır Türkiye?

-Derviş, "solda olduğu"nu ve "solda politika yapacağı"nı ihsas ediyor. Doç. Dr. Ümit Cizre, Neşe Düzel'e "Cumhuriyet'in başlangıcında çift parti denmemiş, "tek parti" denmiş. İstiklâl Mahkemeleri denmiş. Biz hâlâ bunları aşamıyoruz. Ne kültürünü aştık, ne kurumlarını, ne bakış açısını, ne siyasetçisini, ne bürokrasisini aştık" diyor. Bir şey daha söylüyor: "Bir kere Türkiye'de temel sorunlar askerileştirilmiş, güvenlik alanına sokulmuş. Bu durumda siyasetçi hangi temel sorunu çözebilir ki? Kürt meselesini mi, başörtüsü meselesini mi, irtica meseleseni mi, neyi çözebilir?"

Bu son derece önemli tesbitlerden sonra sol, Derviş, yeni lider tipi ve sistem restorasyonu ilişkileri çok karmaşık hale geliyor.

Sayın Cizre'nin yanlışlıkların kaynağına koyduğu "tek parti" CHP ve bugüne taşınan zihniyet onun zihniyeti. Bugün "sol" diye nitelenen çizgi, bütün demokratik söylemlerine rağmen, zihniyet planında "tek parti" çizgisini aşabilmiş değil. Sistemi sahiplenme, toplumu yukardan aşağıya adam etme, sol dışındaki siyasî yapılanmaları, sistemin ana çizgisini tehlikeye atan oluşumlar olarak görme (askerî müdahaleler neden hep sağ iktidarlara karşı yapılır Türkiye'de?) noktasında tek parti zihniyeti sürüyor. Ve bu noktada askeri davranışla sol-kemalist-laik davranış örtüşüyor. Baykal'ın 28 Şubat günlerinde psikolojik savaş yöntemlerinin uzantısı olduğu gün gibi açık bulunan "silâhsız kuvvetler"i nasıl meşrulaştırdığı biliniyor. İlginçtir, bugüne kadar da soldan diyelim başörtüsü meselesinde MGK çizgisinden daha farklı bir ses yükselmedi.

Şunu söylemek yanlış olmaz: Türkiye'nin demokratikleşememesinin temelinde, kimi zaman sol jargonlara bürünse de temelde değişmeden ve askerî irade ile paralel yürüyerek 2000'lere taşınan tek parti zihniyeti bulunmaktadır. Bu zihniyet bir ölçüde kendi taban belleğine kazınmıştır. Ve Sol'un halen bir "sistem restorasyonu" projesi yoktur. Aksine, SF, DP, AP, ANAP, MNP-MSP-RP-FP çizgilerinin en azından sistem içi özeleştiriyi öngören talepleri karşısında direnç odağı olarak hep sol vardır.

Derviş bu ortamda politika yapacaksa ne yapacak?

Derviş'in solu nasıl olacak?

Türkiye'nin laikliği Batı standartlarında uygulamasından söz edildiğinde cevap hazırdır: Türkiye farklı.

Acaba Türkiye solunun Batı standartlarında olmasından, diyelim "bir solcu liderin en azından İngiliz İşçi Partisi lideri Tony Blair kadar Kur'an'ı tanımış olması zarureti"nden söz edildiğinde de cevap gene "Türkiye farklı" mı olacaktır?

Yoksa şöyle mi düşünmek gerekiyor?

"Sağ'ın ve İslâm eksenli kadroların Türkiye sistemini dönüştürmesi mümkün değildir. Buna ne sol-kemalist direnç izin verir, ne de onlarla paralel düşünen askerî irade... Bir tıkanma duygusu içine itilen Türkiye üzerinde şu an ekonomi konusunda görüldüğü ölçüde bir uluslararası irade baskısı olur, solun direncini kıracak bir yerli isim bu baskının taşeronluğunu üstlenir ve askerî irade de çaresiz bazı gelişmelere razı olur..."

Yani iki Kemal Derviş çizgisi söz konusu olabilir. Biri, geleneksel kemalist-laik-sol çizginin devamı olan, diğeri, uluslararası irade ile eklemlenip, solun bedeninde solu farklılaştırarak (Nilüfer Göle buna Kemalizm'i ve cumhuriyetçiliği esnetmek diyordu) bir ölçüde sistem içinde yeniden yapılanma başlatan iki sima...

"Bir ölçüde" şerhi düşüyoruz, çünkü uluslararası iradenin (mono blok bir iradeden söz edilmese de) Türkiye'de hangi ölçüde bir yeniden yapılanmayı öngördüğü konusu da net değil. Meselâ Sayın Ümit Cizre'nin sorun olarak zikrettiği "başörtüsü" meselesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kafasında bile çözülmüş değil. Yani zaman zaman İslâm karşısında Türkiye solu'nun jakoben çizgisi ile buluşan bir Avrupa zihniyetinden bile söz etmek mümkün görünüyor.

Burada bir soru olarak şu duruyor: Bu iki Kemal Derviş'ten hangisi sol tabanda, bu çizgiyi iktidara taşıyacak ilgiyi bulabilir? Çünkü iktidara götürmeyen hiçbir çizgi anlamlı olmayacaktır.

Bugünler ve önümüzdeki günler, Türkiye'nin, Derviş'i tanımlama zarureti ile karşı karşıya bulunduğu günler olacak. "Uluslararası irade ve yerleşik sol zihniyet dışında Kemal Derviş'in sepetinde ne var?" sorusunun cevabını aranacak.. Çünkü Kemal Derviş'in siyasî parametlereleri henüz net değil.


8 Mayıs 2001
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED