|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bahar geldi geçiyor. Basınımızın mümtaz kalemleri, gazete köşelerinde bahara dair yazılar yazdı. Kimisi, bugün pazar, 'layt' takılmak lazım, biraz politika dışına çıkalım diyerek, kimisi tabiattaki uyanışı görmezden gelmenin kendisine yakışmayacağını düşünerek... Baharı ve aşkı birlikte anmaya özen gösteren kalem sahipleri (yoksa klavye sahipleri mi demeli) arasında "doğanın kucağı"ndan bahseden de vardı; geride kalan nisana seslenip "hoşçakal nisan, sakın sırrımı kimseye verme" diyen de... Dikkat ettim, o yazılarda -fikrimce- baharın en önemli unsuru olan 'erguvan' yoktu. Erguvansız bir bahar yazısı yazmayı başaranları tebrik mi etmek lazım, tenkit mi, doğrusu karar vermekte zorlanıyorum. Baharsa, hele İstanbul'daysan, gözlerin de görüyorsa, aşkla beraber belki, belki ondan da önce erguvan vardır, akla gelmesi gereken. Boğaz'a gitmek şart değil, Bayrampaşa'da da görürsün erguvanları, Fenerbahçe'de de... Avcılar'da da, Ümraniye'de de... Çünkü çığlık çığlığa baharı seslendirmektedir erguvanlar. Yine de temkinli davranalım, belki gözümden kaçmış bir yazı vardır. Gözümden kaçmayan Çetin Altan'ın dünkü köşesindeki "Erguvanlar açınca..." başlıklı yazısı ise, 13 yıl önce Hürriyet'te yayımlanmış bir yazı. Olsun, biz de o kadarıyla idare edelim. Birkaç satırına göz atmamızda sakınca var mı? Bence yok. Hadi bakalım... * * * "Erguvanların açtığı mevsimde, bir daha görülme olanağı bulunmayan eskilerde kalmış rüyalardan, hangilerinin ıskalanmış olduğu; daha belirgin bir çimdikle takılı gün batışına... Hiç günahı yokken, ilk sevda anıları hurdahaş edilip sakat bırakılmış, küskün bakışlı bir çocuğun omuzuna dokunur gibi; aynalarda hâlâ daha yalnızlığını gezdiren yaşlanmış bir gölgeye, şıkıdım bir göz kırparsın. O da sana kırpar. Tren düdükleri bir daha hiç duyulmamak üzere kaybolup gitmişse de, erguvanlar yine vardır. Bir avuçluk apartman bahçelerinin alçak duvarları önünde; akşam yarenliklerinin, ilk gençliğe özgü cıvıltılarını paylaşan oğlanlar vardır, kızlar vardır. İlerdeki yaşamlarında, ılık ürpertilerle anacakları bir çocukluk mutluluğunun, dantelasını örmeye çalışıyorlardır. Eski bahçelerin erguvanlarıyla, yeni bahçelerin erguvanları; hep aynı öykünün değişik kuşakları için, öyle güzel açmışlardır baharda... Annelerle babalardan bazıları bunu anlamış, bazıları ise hiç mi hiç anlayamamıştır. Erguvanların dilini bilmedikleri için..." Bir uykumuz kalmıştı...
Hürriyet'in yeni kampanyasından haberdarsınız herhalde. "Ben olsam..." adını vermişler ve gerisini okurlara tamamlatıyorlar. "Ben olsam şöyle yaparım, böyle yaparım... Asarım, keserim... İki tanesini sallandıracaksın Taksim meydanında, gör bak bir daha yapıyorlar mı!.." gibisinden ahkâm kesme fırsatı veriyorlar. Kampanyanın reklamında Melih Cevdet Anday'ın şiirini kullanıyorlar. İyi hoş da... Şu mısralara bir nazar eyler misiniz?
Eyvallah!.. Ama, memleketin hali düzelmeden gözlere uyku girmeyecekse, ne olacak bizim halimiz?!. İyimser olalım ve diyelim ki üç sene yahut beş senede düzelir... Bu üç-beş sene boyunca ne yapacak millet? Şiir güzel de, bu şair milleti acayip abartıyor azizim. Ama şairleri kullananlar, daha 'accayip' abartıyor farkındaysanız. (Bir de bu son mısraı yanlış anlayan çıkarsa?) Hayat ve ölüm
Talebelerinden biri Konfuçyüs'e "Ölüm nedir?" diye sormuş. Konfuçyüs şöyle cevap vermiş: - Hayat hakkında ne biliyorsunuz ki size ölümden bahsedeyim! (Serdar Yegül ve Murat Kayacan'a teşekkür.) AKILLI BİR İNSAN, KAZANDIĞI PARANIN BİRAZINI, ALDIĞI NASİHATIN İSE BİRÇOĞUNU BİR YANA KOYAR.
Yardım alan
İMF ile hayatta kalmaya çalışanlara ithaf olunur...
SULTAN 4. MURAT
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |