|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kemal Derviş'in mimarlığını yaptığı ve İMF'ye gönderilen 18'inci niyet mektubu ile tamamlanan ekonomik programda bilimsel tutarlıklık bulunmamaktadır. Niyet mektubunda, izlenmeye devam edilecek temel stratejilerden biri, enflasyonun ortadan kaldırılması olarak ortaya konulmuştur. Keza, program kitapçığında, dalgalı kur sistemi içinde enflasyonla mücadeleyi kesintisiz ve kararlı bir biçimde sürdürme hedefinden bahsedilmektedir. Bu hedefe ulaşabilmek için para tabanının artış seviyesi, programın temel nominal çıpasını oluşturacaktır. Hatırlanacağı üzere, 2000 yılında uygulamaya konulan programda bu hedef, çıpaya bağlanmış döviz kuru ile gerçekleştirilmek istenmişti. Yeni programda, kısa vadedeki aşırı dalgalanmalar için yapılacak müdahalelerin dışında, dövizin fiyatının dalgalı kur sistemi içinde ve arz-talep koşullarına bağlı olarak serbestçe oluşacağı belirtilmektedir. Buna mukabil faiz oranı kontrol altında tutulacaktır. İlk çelişki, dövizin fiyatının serbest bırakılıp faizin kontrol edilmek istenmesinde ortaya çıkmaktadır. Enflasyonla İMF'nin geleneksel politikaları çerçevesinde yapılacak mücadelede ekonominin soğutulması, iç talebin düşürülmesi vazgeçilmez bir zorunluluktur. Dövizin fiyatının serbest bırakılıp faizin kontrol edilmesi durumunda para ya dövize ve/veya tüketime yönelir. Tüketime yönelmesi talebi ve enflasyonu tırmandırır. Eğer dövize yönelirse enflasyonun yükselmesi, TL'nin devalüe edilmesiyle kamçılanır. Faizin kontrolü daha da zor
Kamunun borçlanma maliyetlerinin düşürülmesi için reel faiz oranının makul seviyelerde tutulması gerekir. Geçmiş uygulamalar % 20'nin altındaki reel faiz oranının sermaye sahipleri tarafından kabul görmediğini göstermektedir. Bu kadar yüksek reel faiz ise kamu açığını ve borçlanma gereğini yükseltir. Hazine düşük reel faizle borç para bulmakta zorlanacaktır. Reel faizi yükselttiğinde fatura büyüyecektir. Özellikle Demirbank örneğinden sonra finans kesiminin Hazine'nin politikalarına ihtiyatlı yaklaşacağının kabul edilmesi gerekmektedir. Kemal Derviş tarafından yapılan düzenlemelerden sonra Hazine'nin borçlanması dışındaki bütün yollar kapatıldığı için açıklarını borçlanarak kapatmak zorunda kalacaktır. Bankaların tekelinin kırılması amacıyla gerçek kişilerin Hazine ihalelerine doğrudan katılmalarının sağlanması, kısa dönemde çözüm olarak görülse dahi orta vadede sonucu değiştirmeyecektir. Kısa dönemde de Hazine istediği miktarı istediği zamanda sağlamakta zorlanacaktır. Borçlanma politikası, kamu finansman açığının kapatılması için tek yol olarak ortaya çıkınca Hazine'nin faiz oranlarını belirleme imkanı bulunmamaktadır. Kısa dönemde dahi reel faiz oranlarının ortalama % 25'in altına düşürülebilmesinin sağlanması zor görünmektedir. Bu husus göz önünde bulundurulmuş olmalı ki 2001 yılında 36,6 katrilyon liralık faiz ödemesi öngörülmektedir. Kriz öncesinde bu rakamın 16,7 katrilyon lira civarında beklendiği dikkate alınırsa, Devlet'in faiz yükünün dayanılmazlığı ortaya çıkar. Bankalara verilen kamu kâğıtları
Kamu bankası açıkları ile TMSF'na devredilen bankaların taahhütlerini karşılayabilmek için bu bankalara 20 katrilyon liralık kamu borçlanma kağıdı verilecektir. Bu kağıtlar doğrudan veya repo anlaşmaları ile Merkez Bankası'na satılacak ve karşılığı hiçbir zaman ödenmeyecektir. Yani, Merkez Bankası bu kağıtlar karşılığında karşılıksız para basacak ve söz konusu bankalara verecektir. Parasal taban genişleyeceği için enflasyonu hızlandırması kaçınılmaz olacaktır. Niyet mektubunda, bu işlemlerin sonucu olarak finansal sistemde ortaya çıkacak fazla likiditenin, Merkez Bankası tarafından, Hazine'nin borç yönetimi ile sıkı eşgüdüm altında emileceği ifade edilmektedir. Bu cümlenin bilimsel hiçbir geçerliliği bulunmamaktadır. Sadece bir temenniden ibaret olup mantıksal boşluğu doldurmak amacıyla niyet mektubuna dahil edilmiştir. Fazla likiditenin hangi program dahilinde emileceğine dair tek bir satır açıklama bulunmamaktadır. Program, enflasyonu körükleyecek argümanları içermektedir. Bu çerçevede, Kemal Derviş'in aksini söylemesine rağmen Merkez Bankası kaynaklarının kullanılması, bir başka ifade ile karşılıksız para basılması söz konusudur. Yüksek borç stoğu ve mecburi borçlanma politikası yüksek reel faizleri, yüksek reel faizler de vergi gelirlerinin tamamını yutacak faiz ödemelerini ortaya çıkaracaktır. Niyet mektubu ve program metninde tutarlı olan sadece İMF'nin taleplerinin başarıyla yerine getirilmesi veya bu arzunun deklare edilmesidir. Bunun dışında hiçbir tutarlılık bulunmamaktadır. Niyet mektubunun 21'inci maddesindeki 'yabancıların Türk Telekom'daki hisse oranlarının % 45'i aşmamasını öngören ve çoğunluk hisseye sahip olabilecek stratejik yatırımcı konsorsiyumunda yabancıların çoğunlukta bulunması halini dışlamayan düzenleme' ifadesini nasıl yorumlarsınız? Kemal Derviş İMF'ye diyor ki, 'Siz yabancıların Türk Telekom'daki hisse oranının % 45 ile sınırlandırıldığına bakmayın. Bunun fazla bir önemi yok. Stratejik yatırımcı konsorsiyumu Türk Telekom'un çoğunluk hissesine sahip olabilir. Yabancı yatırımcı da stratejik yatırımcı konsorsiyumun çoğunluk hissesine sahip olabilir. Dolayısıyla yabancı yatırımcı Türk Telekom'un çoğunluğunu ele geçirebilir.' Evet, aynen böyle söylüyor. Bu noktada Kemal Derviş görevini hakkıyla yapmaktadır. Kendisine bu görevi verenlere de müjdeli haberi niyet mektubu ile göndermektedir. Program diye ortaya konulan şey çelişkiler yumağından ibarettir. Türkiye bu programı uyguladığı taktirde fazla uzun olmayan bir zaman diliminde, örneğin Ekim-Kasım aylarında, Şubat krizinden çok daha büyük ve tahripkar bir krizle karşı karşıya kalabilir.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |