|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şimdi de, RTÜK Yasa Tasarısı'nı, kara parayı açığa çıkarma teşebbüsü olarak izah etme gayretindeler. O köşe yazarlarının bu fikre inanarak, makalelerini kaleme aldıklarını hiç sanmam. Belli ki emir demiri kesmiş. 28 Şubat döneminde, en fazla tutan iddia bu ya, kara parayı da irtica ile ilişkilendirecekler ve bütün çabalarının laik cumhuriyeti savunmak olduğunu söyleyince, akan sular duracak. Şeffaflık mı?
Halkı "şeffaflık geliyor" gerekçesiyle uyutacaklar ve esas amacın televizyon sahiplerinin kamu ihalesine girmelerinin önündeki yasağı kaldırmak olduğunu gizlemeye çalışacaklar. Yeni düzenlemelerin şeffaflıkla ilgisi yok. Çünkü Maliye Bakanlığı, kara para şüphesi olduğu takdirde, bütün ortakların üzerine gidebilirdi; ama gitmedi. 28 Ocak 1999 tarihinde RTÜK Başkanı Kutlu Savaş, NTV hisselerinin devri sırasında Maliye Bakanı Nami Çağan'a şu soruyu sordu: "Söz konusu hisselerin el değiştirmesi ile ilgili alış ve satış işlemlerinin tek bir şahıs veya tüzel kişiliğin şahsında gerçekleştiği izleniminin doğduğu anlaşılmıştır. Konunun araştırılmasını rica ederim" Benzer bir soru ATV hisselerinin devri esnasında RTÜK Başkanı Nuri Kayış tarafından, 20 Aralık 2000'de, Maliye Bakanı Sümer Oral'a soruldu: "ATV logolu Satel Sabah Televizyon Prodüksiyon AŞ'ne ait hisselerin el değiştirmesi hakkında son günlerde görsel ve yazılı basında haberler yer almaktadır. Söz konusu el değiştirmeye ilişkin bugüne kadar adı geçen yayın kuruluşu tarafından Üst Kurul'a herhangi bir bildirimde bulunulmamıştı. Haberlerde yer aldığı üzere, söz konusu hisselerin el değiştirmesi ile ilgili alış ve satış işlemlerinin tek bir şahıs veya tüzel kişiliğin şahsında gerçekleştiği izlenimine varılmıştır. Bu nedenle, hisseleri satanlar açısından, satıştan elde edilen gelirin tek bir gerçek veya tüzel kişiliğe ait hesaba mı, yoksa satışı yapan hissedarların hesabına ayrı ayrı mı aktarıldığı; hisseleri satın alanlar açısından ise, alım-satım işleminden doğan borcun ödenmesinin tek bir gerçek veya tüzel kişiliğin hesabından mı, yoksa hisseleri satın alan hissedarların ayrı hesaplarından mı yapıldığının incelenerek neticenin Üst Kurul'a bildirilmesi hususunda gereğini emirlerine arz ederim." Bendeniz, sadece ATV ve NTV'nin değil, Kanal D, CNN Türk de dahil bütün kanalların ortaklık yapısını, ortakların kimliğini, ödedikleri vergiyi öğrenmek üzere hem Maliye Bakanı Sümer Oral'a, hem Başbakan Ecevit'e yazılı soru önergeleri verdim. Mevcut kanunda bu incelemenin gerçekleşmesine mâni bir hal mi vardı ki, bütün teşebbüsler sonuçsuz kaldı? Maliye Bakanlığı'nın harekete geçmesini engelleyen, medya korkusu. Çünkü incelerse, Aydın Doğan'ın, Dinç Bilgin'in ve diğerlerinin "Suna Pelister'leri" ortaya çıkacaktı. İhale yasağı
Amaç, kötü niyetle kendini gizlemekse, tek patron daha kolay karanlıkta kalabilir. Hiç değilse, 4 ayrı isim bulması gerekmez. Tersinden alalım. Bir kanal en az % 20'lik hisselere bölündüğü takdirde, üzerlerinde bu hisseleri taşıyanlar kara para aklayıcısı ise, bu durumun hemen ortaya çıkmaması için hiçbir sebeb yok. Demek şeffaflık bahane. Haklı bir gerekçe değil, sadece vesile. Gelin o zaman, bir kişinin, ulusal çapta sadece tek bir kanalın sahibi olacağını kabul edelim; ama o kişi kamu ihalesine giremesin. Aydın Doğan, hisselerini paravan kişiler arasında paylaştırmış, böylece % 10'un altına düşürerek, elektrik dağıtım ihalesine girmişti. Buna rağmen, Danıştay, % 10'luk oranın aşıldığı gerekçesiyle, ihaleyi yasaya aykırı buldu. Aydın Doğan'ın kazandığı POAŞ ihalesi de, benzer bir hilenin ürünüdür. Yasaya aykırıdır. Yeni tasarı, yasa dışı eylemlere hukuki kılıf hazırlıyor. Bununla da kalmıyor, medya patronlarının kamu ihalelerine bundan böyle de girmelerine imkân veriyor. Bizim kocaoğlanlar nedense işin bu tarafını görmezden geliyor. RTÜK'ün seçimi
Tabii başka sakıncalar var. RTÜK'ün mevcut yapısı, siyasi partilerin gösterdiği bir misli aday arasından üyeler Genel Kurul'ca seçildiği için, eleştirilmişti. Yeni tasarıda, RTÜK siyasetten bağımsızlaştırılmak bir yana iktidarla bağı kuvvetlendiriliyor. RTÜK'ün 9 üyesinden 5'ini gene siyasi partilerin gösterecekleri adaylar arasından TBMM seçecek. 4'ünü ise hükûmet atayacak. Milli Güvenlik Kurulu 2 aday,YÖK 4 aday, Gazeteciler Cemiyeti ile Basın Konseyi müşterek 2 aday gösterecek. Bunlar içinden hükûmet 4 ismi tercih edecek. Hani kanun, Radyo Televizyon Üst Kurulu'nu daha bağımsız hale getirmek üzere değiştirilecekti? Hiç kimseden çıt çıkmıyor. Çünkü büyük mutabakat sağlandı. Medya patronları banka ihalesine girebilecek, borsada istedikleri kadar manipülasyon yapacaklar; Petrol Ofisi veya elektrik dağıtım santrallerini alacaklar. Bu yüzden, yasayı sadece şeffaflık açısından tartışmaya açıp, halkı uyutmaya çalışıyorlar. Kanun tasarısı, "maskeli yayıncılığa" son verip, şeffaflık dönemini başlatacakmış!!! Medyanın tekelleşmesinin, halkı nasıl karanlıkta bıraktığı, yanlış enforme ettiği, şu mevcut yayınlardan bile belli oluyor. Hiçbir televizyon kanalı, konuyu tartışmaya yanaşıyor mu? Farklı fikirlerin konuşulmasına izin veriyor mu? Gerçekten yazık bu memlekete... Teklifimi yeniliyorum... Var mısınız, tek bir kişi ulusal çapta, sadece bir televizyon kuruluşunun sahibi olsun; ama o kişi kamu ihalesine giremesin. Aynı zamanda, toplam tirajın % 20'sine sahip bir basın kuruluşunun patronunun, ulusal çapta bir televizyonun ortağı olması da Japonya'daki gibi yasaklansın. Türkiye'de medya sermayesinin belirli ellerde yoğunlaşmasından şikâyet edilirken, tekelleşmeyi daha da arttıracak bu yasa tasarısını savunanlar, iyi niyetli değil. Evet, ABD ve İngiltere gibi bazı ülkelerde, 1996'dan sonra, basın ve televizyon sahipliğine bir miktar özgürlük getirildi. Ama o ülkelerde, tekelleşme tehlikesi bulunmadığı kanaatine varıldığı için, bu istikamette bir gelişme ortaya çıktı. Kaldı ki, gene bir çok kayıt devam ediyor. Türkiye'de ise, basın ve yayın sahipliğinin sınırlı ellerde yoğunlaşmasından şikâyetçiyiz. Üstelik bu patronların her birinin devletle ilişkisi var. Bu yüzden, çeşitli anlaşmalar ve pazarlıklar çerçevesinde, hükûmetin istediği yayını gerçekleştiriyorlar. Yeni RTÜK tasarısı kanunlaşırsa, siyaset iyiden iyiye medyaya esir düşecektir. Yayın ilkeleri
Dikkat çekmek istediğimiz bir başka konu daha var. Radyo ve Televizyon Kanun Tasarısı'nın çerçeve ikinci maddesi, mevcut kanunun 4'üncü maddesindeki yayın ilkelerini yeni baştan düzenliyor. Radyo televizyon yayınlarında uyulması gereken ilkelere -halkı sınıf ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmek- gibi bazı ilâveler var. Ayrıca, a, b ve c bendinde yer alan ilkelerin ihlâli halinde, hiçbir uyarıya gerek kalmadan, yayın bir ay durduruluyor. İhlâlin tekrarı halinde yayın süresiz olarak durduruluyor; yayın izni iptâl edebiliyor. a,b,c bentleri
a ve b bentlerinin, düşünce hürriyetiyle yakından ilgili olduğunu ve bir çok keyfi uygulamaya yolaçabileceğini hemen belirtelim. Yayın ilkeleri: a) Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlık ve bağımsızlığına, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı yayın yapılmaması, b) Toplumu, şiddete, teröre, etnik ayırımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi, c) Yayıncılığın, gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sıhrî hısımları veya bir başka gerçek veya tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması. Yukarıdaki a, b ve c şıkları ihlâl edildiği takdirde, -muğlak gerekçelerle- RTÜK lisans iptâline kadar gidebilecek. RTÜK yapısındaki siyasi ağırlık düşünüldüğünde, uygulamadaki muhtemel keyfilikleri şimdiden tahmin etmek zor değil. Tasarı antidemokratik
Mevcut yasadan çok daha geri bir tasarıyla karşı karşıyayız. Sırf, tv patronlarının kamu ihalesine girme yasağını kaldırmak uğruna, tv kuruluşlarını keyfi kararlar karşısında korumasız bırakan hükümler getiriliyor. İhale pastası yüzünden, medya gelişmeler karşısında sessiz ve seyirci kalıyor. Hatta yeni tasarıyı "şeffaflık adına" alkışlıyor. İmam Hatipler'i kapatmak için nasıl dolambaçlı bir yol seçmişlerdi. Bütün meslek okullarına zarar vermişlerdi. Tam o kafa... "Medya patronları kamu ihalesine girebilirler" diye tek bir hüküm getirseler aslında onları tatmin edecekler. Başka bir çabaya gerek yok. Ama halkın da gözünü boyamak lâzım. Malûm medyanın desteği ile "şeffaflık" gerekçesini öne sürerek, şimdi bu boyama işlemini gerçekleştiriyorlar. Bir bakıma, basın (yazılı veya sözlü) kendi kuyusunu da kazmış oluyor. Ağır para cezaları, lastikli gerekçelerle lisans iptâline kadar gidebilecek uygulamalar. Kimi patronlar, bu hükümler daha ziyade "gerici" veya "bölücü" televizyonları vurur diye düşünüyor olabilir. Ama, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner. Kötü niyetli bir Kurul, meselâ bir şiddet olayını haber yapan televizyon kanalını, şiddeti teşvik etti gerekçesiyle kapatabilir. Casa uçaklarının alımında yolsuzluk olup olmadığının araştırılmasını pekâla toplumda nefret duyguları uyandırıyor şeklinde değerlendirebilir. Medya-siyaset-ticaret ilişkileri özgür Türkiye'nin önünde en büyük engel.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |