T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Dış dinamik" olarak iç siyaset (II)

"Türkiye'yi sattırmam" bahanesi altında siyasetsizliği tahrik eden uç ile "bizi sadece dış güçler adam eder" algısı yüzünden Türkiye'nin anlamlandırma süreçlerini zedeleyen uç arasında sıkışmış kalmış yönetim modeli toplumu her konuda cendereye sokmaya devam ediyor. Yönetim adına elinde sadece "yönetim krizi" olan bir ülke durumunda Türkiye.

Türkiye'nin yönetim şemasının fiilen kilitlenmiş olmasından ileri gelen "yönetim krizi" daha derin kaynamalardan besleniyor. "Yönetim krizi" işin görünen yüzü olarak beliriyor. Daha derinlerde yoğun bir "organik kriz" var. Türkiye'nin kendini anlamlandırma süreçlerinde bir kilitlenme yaşanıyor; bu da geleceğini ne yönde üretmesi gerektiğine karar veremeyen ve sürekli savrulan ülke yaratıyor.

Batı ile sıcak temasının bu kritik noktasında model üretemediği için "organik kriz"i çözecek bir yeniden yapılanma yaratamıyor Türkiye. Bunun siyasal ve toplumsal olanı bir üst aşamaya çıkararak konumlandırması gerekiyor. Fakat "herkesin herkese karşı olduğu" bir iç siyasal yapı ve "herkesi herkesin kurdu haline getiren" bir siyasal denklem yüzünden her siyasal odağın enerjisi sadece ülkenin alması gereken pozisyonlarda kendi konumunun ne olacağından ibaret hale geliyor.

Siyasetin böylesine bir "organik kriz" içine düşmüş olması Türkiye'nin bir büyük entegrasyona dahil olma sürecinde kendisi olarak kalabilme probleminin kilitleyici işlevini azamileştiriyor.

AB gibi "büyük bir siyasal entegrasyona dahil olma sürecinde," Türkiye, "kendisi olarak nasıl kalabileceğini" tartışamıyor bile. Böylece AB'ye dahil olma süreci hızlandıkça ağır mensubiyet krizlerine giriyor. Buna karşılık eldeki modellerin limitleri içinde kendisi olarak kalabilme duygusuna abanınca da sadece içe kapanmacı, izolasyonist tepkilere düşüyor. Bu problem Türkiye'yi gelişen koşullar altında "strateji zayiatı" olması kaçınılmaz siyasal görünürlüklerden ibaret hale getiriyor.

Bu krizin aşılmasının tek yolu "siyaset"in bütün unsurlarıyla hareketlenmesidir. Siyasetin hareketlenmesini kısıtlayan yapısal çerçeve, siyaseti sıfır noktasına indirgeyecek kadar ağır bagajlar üretmektedir. Bu durumda yerinde sabitlenmiş olan ve o noktada eriyen siyaset ancak yapısal çerçevenin geri çekilmesiyle ayağa kalkabilir.

Eğer siyaset hareketlenme imkanı bulamazsa, "dış dinamikler"in artık "dış dayatmalar"la bulaşık bir şekilde temas etmesinden dolayı Türkiye aşılmaz bir şekilde kuşatılmış olacaktır. "Dış dinamiklerin yerli değer haline gelmesi" şeklinde bir siyasallaşma yaşanmaktadır. Bu "gerçek siyasallaşmanın" tek boyutudur. "Yerli değerlerin dış dinamiklere açılması" ve bu yolla dış dayatmaları göğüslemesi şeklinde bir siyasallaşma ile bunun tamamlanması gerekir. Aksi halde "dışarıdan içeriye siyasallaşma" yaşanırken, "içeriden dışarıya siyasallaşma" yaşanmadığı için Türkiye yönetim krizini derinleştiren mensubiyet krizleri ile daha yoğun tanışacaktır. Bu aşamada ise Türkiye ne kendi özgünlüğünü korumada bir performans gösterebilecek, ne de küresel gelişmelerle paralel bir siyasal pozisyon alabilecektir.

Siyaseti istikrar adına kilitlemek son birkaç yıldır Türk siyasetinin egemen çizgisini oluşturuyor. Bu çizgi, her açıdan yoksunluklar getirdi. Bu yoksunlukların iç sonuçlarını herşeye rağmen göğüsledi Türkiye. Fakat bunlar artık dış sonuçlarla sıcak temas halindedir ve bu aşamanın göğüslenmesi mevcut modellerle mümkün değildir. Türkiye siyaseti yeniden keşfetmek ve inşa etmek durumundadır. Bu, birçok açıdan gerekmekle beraber en çok da stratejik bir zorunluluktur...


23 Mayıs 2001
Çarşamba
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED