|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cumartesi ve Pazar günleri, öğrencilikte şimdilik zorunlu olarak "rötar" yapan dört cesur yürek kız öğrencinin heyecanla ve profesyonel organizatörlere taş çıkartacak bir çabayla gerçekleştirdikleri bir panel dolayısıyla Trabzon'daydım. "21. Yüzyıla Girerken Türkiye'de Üniversiteler" başlıklı panele Profesör Edibe Sözen, Ali Bayramoğlu ve Karadeniz Teknik Üniversitesi'nden Doçent Mustafa Bilici ile birlikte katıldık. Türkiye'nin en genç ve bence en imaginatif sosyal teorisyenlerinden ve iletişimbilimcilerinden Edibe Sözen, Batı'da ve Türkiye'deki akademik eğitimin sorunlarını teorik bir dille ustalıkla özetledi. Batı akademyasında Türkiye'de fena halde abartılan "özgürlük/ler" mitini sorguladı. Türkiye'nin sorunlarına ilişkin yaptığı ilginç sosyolojik analizlerle dikkat çeken usta bir yorumcu olan Ali Bayramoğlu, Türkiye'de genelde hayatın tüm alanlarında, özelde ise üniversitelerde yaşanan insan hakları ihlallerini tartıştı. Mustafa Bilici, yürek dolu bir psikiyatr olarak, mevcut akademik sistemin sakatlıklarının öğrenciler üzerinde yol açtığı sosyo-kültürel ve psişik travmaların ustalıklı bir analizini yaptı ve akademyayı, öğrencinin kişiliklerini öğüten; düşünme, araştırma yetilerini körelten "patolojik bir mekan ve mekanizma" olmaktan kurtulmaya çağırdı. İffet Karaca, Fatma ve Emine Erkek ile Bahar Yardım gibi çiçeği burnunda, türlü hayaller gören başörtüsü mağduru "rötarlı" öğrenci arkadaşların kişisel çabalarıyla düzenledikleri panele ilgi gerçekten büyüktü: Beş yüz kişilik salon "ağzına kadar" dolmuştu. Üniversitenin sorunlarının konuşulduğu ve panelistlerin tümünün "söyleyecek bir şeyleri olan" akademisyenlerden oluştuğu bir toplantıya 45 bin civarında öğretim elemanı bulunan üniversiteden hemen hemen hiçbir akademisyen ve yöneticinin katılmaması ünivesitelerimizin içinde bulunduğu acıklı, tedirgin edici ve traji-komik durumu göstermesi bakımından bir hayli düşündürücüydü. Oysa panelde üniversitenin belli başlı tüm sorunları üç saat süreyle masaya yatırılmış ve tartışılmıştı. Ayrıca katılımcıların dışardaki üniversiteler hakkında da bir şeyler söyleyecek kadar yurtdışı deneyimlerinin olması, Trabzon'daki üniversitenin böylesi bir toplantıya katılması için yeter bir nedendi. Üniversitelerin kendilerini ilgilendiren bir toplantıya ilgisiz kalması, üniversitenin ne denli "boş" ve "boşlukta" olduğunu göstermeye yetiyor olsa gerek. Bu tür bir şey, Batı'da düzenlenecek ve üniversite, böylesi bir şeye ilgisiz kalacak! Bu elbette ki olmayacak bir şeydir. Aslında panelistlerin farklı entelektüel ve de "ideolojik" yönelimlere sahip kişilerden oluşması, başörtüsü mağduru öğrencilerin her şeye rağmen kendilerine güvenlerinin bir göstergesi olarak okunmalı. Ağır baskılarla, psikolojik savaş yöntemleriyle, gerçekten ilkel ayrımcılık uygulamalarıyla karşı karşıya kalan; kişilikleriyle, onurlarıyla ve hayatlarıyla oynanacak kadar yok sayılan ve "yok edilmeye" çalışılan bu öğrencilerin normalde içlerine kapanmaları, türlü gettolara sığınmaları beklenirdi: Oysa kendilerine reva görülen nazi dönemi uygulamalarından pek de farklı olmayan uygulamaların kurbanı olan bu öğrencilerin mağdur ve mazlum psikolojisi ile hareket etmek yerine kendi sorunlarını, her bakımdan dökülen üniversitelerin genel sorunlarının bir parçası olarak düşünmeleri, bu öğrencilerin her şeye rağmen kendilerine duydukları öz-güvenin somut ve çarpıcı bir göstergesidir. Ben gerek salonu dolduran öğrencilerde gerekse başka mekanlarda görüştüğüm, sohbet ettiğim Trabzon'un seçkin ve yürekli insanlarında bir yılgınlık, bir boşvermişlik, bir tükenmişlik psikolojisi görmedim. Aksine, herkes, tüm içtenliğiyle, imkanlarıyla yaşanan sıkıntıların nasıl aşılabileceği konusunda kafa patlatıyor. Tüm olumsuzluklara rağmen bir şeyler yapabilmek için çırpınıp duruyor. Bence tüm olumsuzluklara, zoraki olarak estirilen o absürd karabasan havasına rağmen her yaştan ve her kesimden insanın ülkenin sorunlarını sahiplenmesi, bu sorunların "ortak bir zeminde" tartışılması konusunda karınca kararınca bile olsa bir şeyler yapma kaygısı, azmi, çabası içinde olması, Türkiye'nin geleceği adına ümitlenmek için yeterli. Bundan sonrası, kendiliğinden gelecektir. Trabzon'da tıpkı Türkiye'nin diğer şehirlerindeki gibi kabına sığmaz bir dinamizm gördüm. Trabzon son beş altı yıl boyunca İslam düşüncesi sempozyumlarına, Kemal Sayar'ın tek başına gerçekleştirdiği Uluslararası Psikiyatri Kongresi'ne ve son olarak Ali Değirmenci, Şinasi Haznedar ve Osman Çıtlak'ın "düşman çatlatacak" bir "empati"k sıçrama sahnelemelerine tanık oldu. "Empati Grubu"nun empati ve sinerji yaratma çabaları son hızıyla sürüyor: Haziran'ın tam ortasında gerçekleştirilecek kapsamlı bir sempozyum sadece misafirlerini bekliyor... Bu dinamizm, insan ilişkilerine de yansımış durumda: Trabzon'da ilk kez karşılaştığım ve bir iki saat içinde sanki kırk yıllık dost olduğumu hissettiğim Trabzon'un beyefendisi Hanifi ve Tuncay Mahitapoğlu kardeşler, Edip ve Ferhat Beyler, Trabzon Beylerbeyi İhsan Ayalzade, "Empati Grubu"nun dinamik, esprili ve imaginatif öncüleri ve diğer pekçok dost, "Anadolu ruhu"nun halisane, safiyane ve hasbiyane dinamizmini, zenginliğini yarın Mehmet Doğan'ın cezbedidici metaforik ifadesiyle "güçlü, esaslı entelektüel bir rüzgara" dönüştürebilecek sahiciliğe, alçakgönüllülüğe, birikime ve özgüvene sahip bir haleti ruhiyenin örneklerini oluşturuyorlar.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |