T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bugün "sayı" kaç...

Bugün pazar. Herhangi bir pazar. Türkiye için her pazardan biraz farklı bir pazar. Çünkü, bu ülke iki aydır tarihinin en ağır krizini yaşamakta ve Washington'dan gelen "sihirbaz" olması beklenen adamın, 50 küsur gündür bekleye bekleye herkesin usandığı "şapkasından çıkartacağı tavşan"ın ne olduğunu, ne olmadığını artık biliyoruz.

Şimdi herkes bunu tartışacak. Ekranları, gazete sayfalarını, haneleri, dükkanları, şirketleri, banka şubelerini, sendika merkezlerini her yeri, bunun tartışması kaplayacak. Çok ve merakla beklenmişti, "şapkadan çıkacak tavşan"…

Bu arada, Türkiye'nin orasında burasındaki F-tipilerden her gün tabut çıkıyor. Daha doğrusu, önce bitkin ve artık duymayan, kendisini vazgeçirmek isteyenlere dahi direnemeyecek ölçüde tükenmiş bedenler, önce F-tipileri terkedip, bir hastaneye naklediyorlar. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, oradan tabut halinde çıkıyorlar.

Bu yazıyı yazdığım sırada, ölüm oruçlarından can verenlerin sayısı 11'di; yayınlandığı sırada kimbilir kaç olmuş olacak; ama 11'in üzerinde olacağı kesin.

Elli günü aşkın süredir sabır taşı çatlayarak, Washington'dan gelen ya da getirtilen ve "sihirbaz" olması umulan adamın "şapkadan çıkaracağı tavşanı" bekleyen bu toplum, bir "sorumsuz iktidar zihniyeti"nin biçtiği genç kız ve erkeklerin her gün artan tabutlarını donuk nazarlarla izliyor.

Onların ölüm oruçları 177 günü geçti. 96 kişinin durumu, dün sabaha karşı, "program"ın açıklanmasına ramak kala ağırlaşmıştı. Şimdi bu sayı artmıştır. Onlar, 500 kişiydiler. Şimdi bu sayı azalmış olabilir.

Nereye kadar? Ne zamana kadar? Niçin?

Bembeyaz, bir gelinliği andıran beyaz giysisinin içinde, başında kırmızı bandı, kapalı gözleri, açılmış ağzı ile ölüm orucundaki kardeşiyle dayanışma içinde yemeden içmeden kesilmiş genç kadının son nefesini vermek üzere olduğu andaki fotoğrafı, hiçbir vicdanı nasıl olur sarsmaz; nasıl olur delmez?

Ve, bu ne duyarsız, ne hantal, ne aciz ve ne sorumsuz bir iktidar zihniyetidir ki, kendisiyle ilgili gazetelerde yer alan her bir satır için yazarına, saat kaç olursa olsun; nerede olursa olsun, anında telefon açabilen Adalet Bakanı, ölümler nedeniyle üzüntüsünü dile getirmekten öteye adım atamıyor. Ama, "Bizim yapabildiğimiz, tedavi isteyenlere tedavi imkanı sağlamak, sağlık durumunu sürekli izlemek" demeyi, "Yürürlükteki kanunların 'intihara, ikna ve yardımın ölümün meydana gelmesi halinde suç olarak öngörüldüğünü, 10 yıla kadar hapis cezası gerektirdiğini'" söylemeyi ihmal etmeden. Tabii tehdit de hazır: "Biz, bir yandan sağlık yönünden gerekli tedbirleri alıyoruz, bir yandan da hukuki bakımdan bu eylemlere sebebiyet verenlerin cezalandırılması konusundaki çalışmaları yürütüyoruz."

Bravo! Sizden beklenen buydu… Bir Adalet Bakanı düşünün ki, Aralık 2000'de ölüm oruçları toplum gündeminin birinci sırasındayken, F-tipi cezaevlerine nakillerin olmayacağına dair, tüm toplumun önünde söz verdi, kendini bağladı ve "devlet onuru"nun yükümlülüğünü üstlendi; aradan bir hafta geçmeden kanlı bir operasyon sonucunda koğuşlar boşaltıldı; F-tipi cezaevleri faaliyete geçti. Ölüm oruçları gündemden düştü ve düşürüldü.

Bugünlerde F-tipi ölüm üretiyor. Kendisine güvenen herkesi aldatmış durumuna kendisini sokan ve hükümetinin diğer üyeleri gibi istifa sözcüğünü sözlüğünden silmiş olan Bakan, şimdi "üzüntü" belirtiyor.

İnanalım mı? "Üzüntüsü" de, Aralık ayında verdiği sözler kadar mı geçerli acaba? Yoksa, "bu eylemlere sebebiyet verenlerin cezalandırılması konusunda çalışma yürüttüklerine" mi inanmalıyız? İşte buna inanabiliriz. İnsani hiçbir konuda kendilerine bir "güven" duymamızın sebebi olmayabilir ama "cezalandırma"ya dönük ciddiyetlerine inanabiliriz. Bu konuda tutarlılar. Cezaevi eylemlerinden, F-tipi cezaevleri konusunda en makul uyarıları yapan İstanbul Baro Başkanı'nı sorumlu tutan, üç büyük şehrin baro başkanlarının açıklamalarına sırtını çevirmiş bir Adalet Bakanı'mız var bizim. O, ölümleri önleme yolunun, "cezalandırma"dan geçtiğine şartlanmış bir kere.

İstanbul Baro Başkanı, F-tipi cezaevlerine nakillere itiraz ederken, tutuklu ve hükümlülerin açık görüş yapabilmeleri ve ortak mekanların kullanılabilmesini talep etmişti. Bunun gerçekleştirebilmesi ne kadar zormuş meğerse. Terörle Mücadele Yasası'nın 16. Maddesinin değiştirilmesi gerekiyormuş. Bunu yapmak zor. Devletin yetkili şahsiyetlerine, cezaevlerinden her gün tabut çıkmasını seyretmek daha kolay geliyor.

Hükümlü ve tutuklu da olsa, kendi insanına bu kadar hoyrat, böylesine acımasız bir devlet zihniyetinin tüm hücrelerine sirayet ettiği donuk-duyarsız bir hükümet…

Üretimin durdurma sorumluluğu taşıdığı bir ülkede, cezaevlerini bir "ölüm üretim merkezleri"ne dönüştürme becerisi gösteren bir hükümet iş başında. Böyle bir hükümetin elinde hangi "program" olursa olsun, Türkiye'nin "kriz"den çıkabileceğine inanıyor musunuz?

İnanabilir misiniz?

Bu pazar günü, Türkiye'nin "F-tipi cezaevleri trajedisi", dün "şapkanın içinden çıkan tavşan"dan inanın daha önemli…

Bugün "sayı" kaç acaba? Yarın kaça çıkacak?..


15 Nisan 2001
Pazar
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED