T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Esnaf niçin korunsun?

Gerçekliği severim, diyor bir yazar, "çünkü ekmek kokuyor." Ekmeğin kokusunu alamayanlar, realiteyle bağlarını koparmışlardır. Aralarına kuşkusuz birçok provokatörün karışmış olmasına rağmen, esnafın ülkenin dört bir yanında ayaklanması sıradan, basit bir hadise sayılmamalıdır.

Bu bilgi ışığında, yukarıda sözünü ettiğim sağlıklı kafaya ulaşma yolunda kısa bir temrin yapalım. Yaşadığımız büyük krizi sembolik olarak şu üç 'kafa' ile değerlendirebiliriz: Gazeteci kafası, iktisatçı kafası, tarihçi kafası. (Mühendis kafası, hukukçu kafası, asker kafası ve diğerlerini bu üç kafayla karşılaştırarak değerlendirebilirsiniz.) Bunları temelde birbirinden ayıran, kullandıkları zaman çerçeveleridir. Gazeteci olaylara 50 ila 100 günlük bir zaman perspektifinden bakar. İktisatçının perspektifi 50 ila 100 yıllık bir dönemi kapsar. Tarihçi ise en az 500 ila 1000 yıllık bir yolculuğa çıkar. Bunu 5 ila 10 bin yıla çıkaranlar da olur. Meseleyi sadece iki ay sonra (ne demekse!) "rahat nefes almak" olarak algılayanlar, gazetecilere kulak verirler. Görece orta vadeli yapısal meselelere kafa yorup, daha kalıcı ekonomik çözümler peşinde koşanlar iktisatçıları dinlerler (gazeteci kafası taşıyan televoleci iktisatçıları değil, ciddi iktisatçıları!). Millet ve devletinin tarih içindeki varoluş tarzını önemseyen, içinde yaşanılan tarihsel sistemi bütün insanlık için daha iyi bir sisteme dönüştürme kaygısı taşıyan, devletiyle yücelen ve devletini yücelten bir millet olmayı önemseyenler ise tarihçileri dinlerler.

HÜKÜMETE GÜVENEN BATTI

Gazete ve televizyon yorumcuları bugünkü ekonomik krizi değerlendirirken en fazla üç ay geriye gider, bize (anahatlarıyla doğru olan) şöyle bir tablo çizerler: Efendim, son beş yılın en başarılı ticari bankası olan Demirbank (2000 yılının en yüksek kar sağlayan ve altıncı sıraya yerleşen özel bankası!) 300 milyon dolarlık bir sendikasyon kredisinin geri ödemesi için piyasadan para toplamaya çıktı. Hükümete güvenip, neredeyse bütün mevduatını Hazine kağıtlarına yatırdığı için, normalde büyük bir miktar sayılmayan bu parayı bulmakta zorlandı. Kendisini batırmak isteyen birkaç banka (burada en saygın bankalarımızın adı sayılıyor bir bir!), biraz da ellerinde birikmiş olan paraları yüksek faizle değerlendirebilmek için, birden piyasaya girip faizleri tırmandırmaya başladılar. İki gün içinde faizler yüzde 50 düzeyinden yüzde 2000'e çıktı. Hükümet, kendisine güvenip bono alan Demirbank'ın yardımına koşmadı ve onu batırarak rakiplerini memnun etti.

DÖVİZ KURLARI İKİYE KATLANDI

Kasım krizi ufak bir sıyrıkla atlatılmış gibiydi ki, ardından Şubat krizi geldi. Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasındaki sürtüşme büyük tedirginliğe yol açtı ve faizler iki günde yüzde 7500'e fırladı, borsa tepetaklak aşağı indi, döviz kurlarını tutmaya güç yetmedi. İki ay içinde döviz kurları hemen hemen ikiye katlandı. İktisat Bankası'na el kondu, Kemal Derviş Dünya Bankası'ndaki görevinden ayrılarak Türk ekonomisinin (sadece ekonomisinin mi?) başına geçti. Başlangıçta çok umutlu çıktığı Amerika ve Avrupa seferlerinden eli boş döndü. Batılı müttefiklerimiz çeşitli gerekçelerle Türkiye'ye nakdi yardımda bulunmayı veya kredi vermeyi uygun görmediler. İlk günlerde telaffuz edilen 25 milyar $ gibi rakamlardan umut kesilince, hiç değilse 5, hatta 3 milyar dolar bulunsa gibi sözler sarfedilmeye başlandı.

Evet, gazeteci kafasının masalı bu. Anlatılanların çoğu doğru, ama hiçbir şeyi açıklamıyor! Birkaç banka Demirbank'ı batırmak istiyor olabilir, fakat faizler iki günde yüzde 2000'e niçin çıksın? Bu düzeye çıkan faizler bir iki müdahale ile nasıl iner? İki devlet adamı arasındaki tartışma bir anda ekonomiyi uçurumun eşiğine nasıl getirir? Gazeteci kafasının bu sorulara cevabı yoktur.

KURTARMA OPERASYONU

Petrol krizlerinden sonra ekonomiyi dışa açtık. İhracata olağanüstü yüksek teşvikler verdik. Fakat büyük sanayi sermayesi, yani 1950-75 döneminde büyük devlet desteği ve korumasıyla kurulan sanayi işletmeleri, dışa açılmaya direndi. İç piyasa karı o kadar tatlı ve uyuşturucu idi ki, dışa açılmanın zahmetine kimse katlanmak istemedi. Enflasyon sayesinde halkın satınalma gücü de gerileyince, bu şirketler için devlet eliyle bir "kurtarma operasyonu" düzenlendi: Yüksek reel faizli iç borçlanma. Büyük sanayi şirketleri, adeta işi gücü bırakıp, gazeteci diliyle "devleti fonlamaya" başladılar. Devlet, dünyada misli görülmemiş yükseklikteki reel faizlerle borçlanmayı çılgınca sürdürdü ve denizin bittiği yerde de malum kriz ortaya çıktı.

İktisatçı kafasının gazeteci kafasına üstünlüğü son derece açık. Fakat o da bizim meseleyi derinden kavramamıza yetmiyor. Devlet niçin bile isteye kendini çıkmaza soksun? Sonunda kendine yardımı olmayacak bir ekonomik eliti niçin gelişigüzel desteklesin? Bu süreçte, dünya sisteminin çekirdek güçlerinin oynadığı rol nedir? Ciddi tarih (siyasi tarih, askeri tarih, iktisadi tarih, kültür tarihi) bilgisi olmadan iktisatçının bu sorulara güvenli cevaplar vermesi mümkün değildir. Bu bakımdan tarihçi, toplumun geçmişinden çok geleceğiyle ilgilenen kişidir. Onun öyle arşivlere, yazma eserlere dalmış olmasına bakmayın. Tozlu raflarda sizin geçmişinizi değil, geleceğinizi aramaktadır. (Çetin bir arayıştır bu, çünkü geçmişi bilmek geleceği bilmekten daha zordur!) Sizi, içine gömülü olduğunuz tarihsel sistemin empoze ettiği fikri sınırlamalardan kurtarıp, mümkün ve makul tasarımlara yöneltmektedir. Böyle bir yöneliş içinde olmaksızın, herhangi bir "rahat nefes alma" beklentisi yersizdir.

BUSH NEDEN GELDİ?

Bu kadar sözü bir bakıma devlet-esnaf ilişkisini aydınlatabilmek için sarfettik. Devlet, bizim "esnaf" diye tanımlayageldiğimiz küçük tüccar ve üreticiyi savunabilir mi? Küreselleşen kapitalist sistem içinde gün geçtikçe büyük sermayeye karşı mevzi kaybeden, tekele karşı rekabetin simgesi olan küçük adam, kutsal bildiği devletle yoksa bir yol ayrımına mı geliyor? Devletler, küçük adamdan ziyade transnasyonal (uluslarüstü) bir sermaye sınıfına dayanmayı daha akıllıca mı buluyorlar? Bu bağlamda bütün devletleri aynı kaba koyabilir miyiz? Yaşanan kriz tamamen iç çelişkilerimizden çıkmış olsa bile, onu derinleştirmekten memnun gözüken transnasyonal sermaye George Bush'u Türkiye'ye hangi maksatla gönderdi? Türk devleti, kendilerini transnasyonal sermayeye yem ettirmemeye güya yemin eden, gerçekteyse bu sermayenin pasif müttefiki olan iç piyasa tekellerini kollamakla ne kadar rasyonel davranmaktadır? Yazı çok uzadı; bunları ve tarihçi kafasını haftaya konuşalım.

180 ülke efendileri için üretim yapacak

Taşralı ruhunu yitirmeden şehir kültürü edinmiş girişimci bir arkadaşım geçenlerde bana ilginç bir konuşma nakletti. İhracat yaptıkları Alman firmasının tepe yöneticilerinden biri kendisine küresellleşmeyi şöyle özetlemiş: Dünyada üç grup toplum olacak: En altta üretenler; ortada organize edenler; yukarıdaysa bütün bu süreci tasarlayıp, finansmanını sağlayan ve hasılayı tüketenler. Sanayi toplumları yaşlanıyor, onun için üretimden çekilecek, sadece tüketmeye bakacaklar. Sizin gibi yarı-sanayi ülkeleri organizatörlük yapacak. Gerikalmışlar da üretecekler. Hesabınızı buna göre yapın! (Küreselleşmeyi liberalleşme olarak anlayan aklı evvellere not: Evet, ama sadece sermayenin liberalleşmesi, emek gücünün değil!)

Aynı zamanda sadık bir okuyucum olduğu için, sözünü şöyle bağladı: Siz geçen hafta G20'den söz ediyordunuz. Bunlar arasında G7 (yani 'çekirdek') dışında kalanlar galiba organizatörler grubuna giriyor. Diğer 180 ülkede yaşayanlarsa, efendiler için üretim yapacak! Daha şimdiden üretimimizin bir kısmı bu ülkelere kayıyor. Makine üretmeyip, marka da geliştirmeyince, tek ümidimiz ucuz işçilik oluyor. Bu durumda da bizden daha ucuza çalışan toplumlar giderek payımızı kapıyorlar. Korkarım organizatör olmayı da beceremeyeceğiz!


15 Nisan 2001
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika| Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED