T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Takke Düştü

Geçtiğimiz cumartesi günü açıklanan ekonomik reform proğramında beni Kemal Derviş'in önümüzdeki günlere yönelik değerlendirmeleri, beklentileri değil, geçmişe yönelik olarak verdiği bilgiler daha fazla ilgilendirdi. Çünkü bu bilgiler neden bu duruma düştüğümüzü ve bunun sorumlularını açık bir biçimde ortaya koyuyor. Böyle bir krizin sebeplerini ve sorumlularını göz ardı edersek bu geçmişi gelecekte de tekrar yaşamamız ihtimal dahilindedir.

Bu açıklamada dikkatimi en fazla çeken nokta kamu bankalarının görev zararları oldu. Bu zararlar Türkiye'yi her gün daha fazla içine çeken bir bataklık görünümünde. Bu gün yedi düvele yüz suyu dökerek almaya çalıştığımız krediler, bu görev zararlarını karşılamaya yetmemektedir. Bir başka ifadeyle sadece bu zararları sıfırlayabilseydik bugün gelinen noktaya gelmemiş olacaktık. Kamu bankalarının görev zararları 1992 yılında sıfır noktada. Ondan sonra sürekli bir artış göstermiş. 96-97 arasında artış hızında nisbi bir düşüş, ancak 97 sonrasında çok hızlı bir artış var. Aynı çizgi iç borçlarda ve bunlara ödenen faizlerde de görülmekte. Kamu kesiminin net iç borçlarının gayrısafi milli hasılaya oranı 1990'da %29 iken 1999'da %61'e ulaşmış. Burada da 96-97 arasında belli bir düşüş, sonrasında hızlı bir artış var. 1990 yılında vergi gelirlerinden toplanan her 100 liranın 32 lirası faiz giderlerine giderken 99'da bu rakam 72 liraya yükselmiştir. Sayın Derviş'in verdiği bilgiye göre şimdilerde bu rakam 90'lar seviyesinde.

Bütün bunlar ne anlama gelmektedir? Bunun anlamı şudur: Türkiye'nin iktisaden gerileme ve çöküşü büyük ölçüde Süleyman Demirel'in önce başbakan sonra cumhurbaşkanı olarak Türkiye'nin yönetiminde söz sahibi olduğu döneme denk gelmektedir. Önce kötü yönetim ve populist politika anlayışı, sonra da devlet imkanlarının işadamı-bürokrat-siyasetçi üçlüsü tarafından hortumlanması Türkiye'yi gittikçe artan bir borç ve faiz bataklığına sürüklemiştir. "Onlar ne veriyorsa ben beş fazlasını veririm" söylemi sayın Demirel'in söylemidir ve buram buram populizm kokmaktadır. Sosyal sigorta sisteminin üstlendiği yüksek maliyetlerde de aynı politikanın izleri vardır.

96-97 yıllarındaki nisbi iyilik ne anlama gelmektedir? Onun anlamı da açıktır: Bu dönemde iktidarda Refahyol koalisyonu vardır. Ancak bu iyileşme devamlı olmamıştır. 97 sonrasında hem kamu bankalarının zararında, hem genel iç borç stoğunda ve ödenen faizlerde çok ciddi sıçramalar var. 28 Şubat sürecinde Türkiye'yi teslim alan "irtica" paranoyası, borç-faiz-soygun sarmalını insafsız bir tarzda ülkenin başına bela etmiştir. "İrtica"dan kurtulmanın ülkeye çıkardığı fatura gerçekten çok yüksek olmuştur. Şöyle de diyebilirsiniz: "İrtica" yaygarası büyük soygunları, önemli kamu zararlarını gizlemeye yaramıştır. İnsan zaman zaman "bu yaygara özellikle bunları gizlemek için mi çıkarıldı yoksa" diye düşünmeden edemiyor. Tabiatıyla bu kayıplar da varlık-yokluk savaşına giren Refah-Fazilet çizgisindeki politikacıların, farklı sebeplerle DYP'li milletvekillerinin etkin bir muhalefet yapmamalarının da rolü vardır.

O halde şimdi, 28 Şubat'ın, "irtica" söylemlerinin ve bu söylemlerin bize çıkardığı hukuki, iktisadi ve sosyal faturanın kimseyi tahrik etmeden, kırıp dökmeden soğukkanlı bir muhasebesini yapma zamanı gelmiştir. Çünkü değilse hiç değilse şimdi takke düşmüş bütün çıplaklığıyla kel görünmüştür.


17 Nisan 2001
Salı
 
M.AKİF AYDIN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED