|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'de bütün kurumlar; medya, iş dünyası, sivil toplum örgütleri, sendikalar, ordu vs. tertemiz, şeffaf ve modern dünyanın gereklerine uygun olarak dizayn edilmişlerdi de ben mi farkedemedim. Öyle olmalı ki, ekonomik krize duçar olduğumuz günden beri "değişim" adına tutturulup giden tek şey siyasetin değişmesi. Türkiye, öyle garip bir memlekettir ki, herkes mevzuatı demokrasiye en çok kapalı kurumun siyasi partiler olduğunu zanneder. Herkes, sistemin dağıttığı ranttan en fazla siyasetçilerin yararlandığına inanır. Doğrudur... Çünkü sistem denilen mekanizmanın görev bölümünde bu vardır. Siyaset, iş dünyası, medya, "sözde" sivil toplum örgütleri ve diğerleri rantı birlikte üleşirler; sonunda ispiyonlanan siyaset, ispiyonlayan medya olur, koro da diğer unsurlardan oluşturulur. Tek defansı, "yediysek beraber yedik, kamu kaynaklarını dağıttıysam hepsine dağıttım" demek olan siyaset, tabiatıyla bunu da diyemez. İçinde bulunduğumuz krizin tek sorumlusu yoktur ve illa bütün sorumlular bağışlanıp bir sorumlu darağacına gönderilecekse de bu, asla siyaset kurumu olmamalıdır. Ne siyasi partiler, başkanları 30-40 yıldır değişmeyen sendika ve oda'lardan daha az demokratik; ve ne de siyasetçi bir yandan kriz üzerinden "vuahh, vuahh, vuahhh!" diye halkla ilişkiler faaliyeti yapıp, bir yandan da 21 Şubat gecesi Merkez Bankası'ndan kaptığı dolarlarla kur rantının zirvesine çıkan işadamından daha fazla fırsatçıdır. Siyasetçi hiç olmazsa, suçunu bilmekte ve susmaktadır. Diğerleri, oralı bile değildir... Mesela, sözümona "olağanüstü" toplanan TÜSİAD'ın; destekçisi olduğu 28 Şubat'tan, payandası olduğu ve 19 Şubat'ta karaya oturan ekonomik programdan sonra "hâlâ" görüş ifade edebilme hakkı nereden geliyor? TÜSİAD yönetimi, "Önümüzdeki 10 yılı görebiliyoruz" sözünün bedelini ödemeden, hükümetin "bir bedel ödeyerek revizyona gitmesi"ni nasıl talep edebiliyor? Siyasi partilere demokratikleşme satan TÜSİAD, her kongresine tek ve belirlenmiş listeyle gitme pratiğini neyle izah ediyor? "Çok ses"i mi yoktur, çok sesliliğe gerek mi görmemektedir? İstanbul Dükalığı, her kritik olayda olduğu gibi son krizde de alışkanlığına uygun davranmış, merkezin yöneleceğe istikamette hem "tavsiye" hem de "destek" makamlarını işgal etmiştir. Oysa, sokaklara taşan "hükümet istifa" öfkesini TÜSİAD da, TOBB da, diğerleri de en az "topal koalisyon" kadar hak etmektedirler. Çelişki, gizlenemeyecek kadar dramatiktir. Ülkenin en anti-demokratik seçim mevzuatıyla idare edilen TOBB da içindeki çelişkiyi son toplantısında bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Odalar Birliği'nin seçilmiş gibi görünen ama aslında atanmış olan başkanı pekala biliyor ki, tabanın zoruyla yapılan hükümete istifa çağrısı aslında kendisine yapılmış bir çağrıdır. Hükümet istifa edecekse kendisi de o hükümetle birlikte, bırakıp gitmelidir. Çünkü, batan ekonomik programın en büyük destekçisi olduğu gibi, krizin hemen ardından pişkinlikle, gazetelere "Kurtuluş Savaşı başlatıyoruz" ilanları vererek hiçbir şey olmamış gibi davranan kendisidir. Bunda da haklıdır çünkü, taşeronlarından birisi olduğu 28 Şubat kendisini terkettikten sonra, bir ittifaka herkesten çok muhtaçdır. Tıpkı, Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu'nun "oligarşi esnafı" başkanı gibi. Yürüyen esnafı durdurmak için İçişleri Bakanı ağzıyla konuşacak kadar "resmi" davranan, üyeleri inim inim inlerken, tıpkı eski pakete olduğu gibi yenisine de bir kalemde pazarlıksız destek veren böyle esnaf liderlerinin "sivil toplumu" temsil ettiğine kim inanır? Kendilerini "sivil toplum" maskesiyle gizleyen esnaf, tüccar, sanayici, işçi, memur, medya vs. kuruluşları değişmeden, siyasetin değişebileceğine kim inanır? Gerçekten bir yeni dönem olacaksa adı sivil kendi "asker" bu kuruluşların mevzuatları ve yönetim kadroları değişmeli; hiç olmazsa kamu vicdanında yargılanmalıdırlar. Yargılanmalıdırlar ki bir daha, bu ülkenin "sivil varlığı" böylesine pervasızca peşkeş çekilmesin.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |