T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Krize teşhis, Krizden çıkış (1)

"Kriz"i; sebeplerini, sorumlularını, boyutlarını ve çıkış yollarını anlamak için, Kemal Derviş'in 14 Nisan Cumartesi günü açıkladığı "program"ı ve daha sonra üstüste iki gün basın mensuplarıyla biraraya gelerek yaptığı kahvaltılı buluşmalarda verdiği Türkiye'ye ve kendisine ilişkin "sinyaller"i değerlendirmek yetmez. Bunları, mutlaka Can Paker'in önceki gün Radikal'de Neşe Düzel ile yaptığı söyleşiyle biraraya getirmek gerekir.

Dr. Can Paker, Tesev'in (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) Yönetim Kurulu Başkanı. TÜSİAD'ın bir dönemde yönetim kurulu üyesiydi ama en önemlisi TÜSİAD adına bugüne dek yayınlanan ve ortada işe yarar ne belge varsa, onların arkasındaki isimdir. Türkiye'nin en değerli iş yöneticilerinden ve entelektüellerinden biridir. O da Kemal Derviş (ve benim) gibi, YDH'nın (Yeni Demokrasi Hareketi) kurucu üyelerinden biridir. YDH, temellerinin atılmaya başlandığı 1993 sonlarından, ağır bir seçim yenilgisine uğrayarak sahneden çekilmeye başladığı 1995 Aralık ayına dek, Türkiye'de "21.Yüzyıl rüzgarları" estirmiş, İstanbul iş çevrelerinin bir bölümü, entellijentsiya, "Özalist Dört Eğilim"e uyan değişik ideolojik kaynaklardan gelen bireylerin ve Anadolu'nun dörtbir yanında mantar gibi biten "değişim yanlıları"nın "buluşma mekanı" idi ve özellikle "İstanbul iklimi"nde, Güneydoğu'da ve dış dünyada büyük umutlar uyandırmıştı. Niçin, nasıl tutmadığının tahlili dörtbaşı mamur biçimde henüz yapılmış değil. Ancak, "kurucuları"nın arasında Kemal Derviş'ten Prof. Şerif Mardin'e, İbrahim Betil'den Can Paker'e uzanan isimler listesinin bulunması, bir raslantı olmadığı gibi ve bunun bir "anlam" ifade ettiği dikkat çekici olmalı.

Can Paker, "kriz"in üç "ekonomik" (ve tabii "siyasetle irtibatlı" sebebinden söz ediyor:

1. Siyasetçinin oy almak için yaptığı karşılığı olmayan popülist harcamalar. Taban fiyatları uygulamak, KİT kadrolarını doldurmak gibi.

2. Yolsuzluk.

3. Savunma harcamaları.

Kemal Derviş'in "14 Nisan Manifestosu" diye niteleyebileceğimiz "program açıklaması" işte bu "sebepler" arasında esas olarak birincisini hedef alıyor. "Devleti küçültmek", "tedrici olarak ekonomiden çekmek" ve "israfı önlemek" amaçlı olarak tanımlayabileceğimiz teşhisler ve "orta-uzun vadeli tedavi stratejisi"ni ifade ediyor. Tüm "değişim yanlıları", bu nedenden ötürü, hükümete duydukları derin güvensizlik ve tepkiye rağmen, Derviş'in açıklamasına önyargılı ve olumsuz davranmadılar. Zaten, "14 Nisan Açıklaması"nın, bir "ekonomik program"dan ziyade kısmi de olsa, bir "zorunlu ve rasyonel değişim projesi" olduğu ve temel karakteristikleri itibarıyla, üçlü koalisyon hükümetinin çanına ot tıkayacak içerik taşıdığı görülüyor. Bu bakımdan, Derviş'in "hükümet programı, program hükümeti destekliyor" demesinin de fazlaca bir önemi yoktur. Sonuç itibarıyla, yaptığı açıklama, hükümete "kırk katır mı, kırk satır mı" sorusunun sorulmasından ibarettir.

İşin ilginç yanı, başta Fazilet lideri Recai Kutan, muhalefetin söz konusu açıklamaya gösterdiği absürd ve popülist tepkidir. Kutan ile "Kuzey Kore modeli"ni öngören bir "alternatif program zihniyeti"ne sahip "Emek Platformu" özde, yani bugünkü ağır krize yol açan nedenlerin başında gelen "popülizm"e saplanmakta aynı çizgide buluşmuş durumdadırlar.

Bakın Can Paker ne diyor: "Türkiye'de bugünkü mücadele, mevcut düzenin devamını isteyenlerle, küreselleşmeye, bilgi toplumuna geçmeyi ve 'dünyalı' olmayı isteyenler arasındadır. Demokrasi de zaten dünyalı olabilmenin, küreselleşmeye katılmanın bir aracıdır. Günümüz demokrasilerinde artık birey özgürlükleri sadece başka bireylerin özgürlükleriyle kısıtlıdır. Bunun dışında hiçbir kısıtlama yoktur. Kopenhag Kriterleri'ne ve demokrasinin dünyadaki uygulamasına baktığınızda, mesela 'Türkçenin dışında bir dil olmaz' denemez. 'Kamu alanına başörtüsü giremez. Çünkü başörtüsü bir ideolojiyi ifade ediyor' da denemez. İnsan kılığıyla tabii ki bir ideolojiyi ifade eder. Önemli olan bütün ideolojilerin, görüşlerin ifade edilmesini ve her türlü siyasi partinin kurulabilmesini serbest bırakmaktır. Dünyada son yıllarda demokrasinin iç yapısı zaten değişti..."

Niye böyle oluyor?

Çünkü, "Sosyolojik bir temeli var bunun. Dünya, haberleşme teknolojisinin getirdiği küreselleşmeyle birlikte, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiyor artık. İşte bu devrim sonucunda, birey ön plana çıkıyor. Çünkü bilgi en önemli ürün oluyor. Batı'da bir ürünün maliyeti içinde bilginin payı yüzde 75'i buluyor. Geri kalan yüzde 25 de işçilik, hammadde ve enerji oluyor. Bilgiyi insan ürettiği için de birey önem kazanıyor."

Bu durumda, Recai Kutan dün yaptığı gibi, bir "objektif fenomen" olan küreselleşmeye Don Kişot'un yeldeğirmenlerine saldırışını andırır bir üslupla saldırıya geçmekle ve "Türkiye bir uluslararası komplo karşısındadır... Merkez Bankası'nı özerkleştirme yasasını geçirtmemek için elimizden geleni yapacağız" demekle, dünyadan ve gerçek hayattan kopuşun hazin bir görüntüsünü sunmaktadır. Fazilet liderleri de, içine girilen dönemi ve "kriz"i, Ankara'daki diğerleri kadar anlayabilmişlerdir. Yani, anlamamışlardır. İktidarı ve parlamentodaki muhalefeti ile Türkiye'nin siyaset sınıfı tek kelimeyle dökülmektedir.

Bu "kriz"le birlikte, Türkiye'deki siyaset sınıfı, mecbur, ergeç değişecektir. İktidarıyla, muhalefetiyle...


18 Nisan 2001
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED