|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kemal Derviş'in pazar günü 7 gazetenin Ankara temsilcisiyle biraraya geldiği "brunch"ın mönüsü bir "kolesterol bombası"ydı. Sabah'tan Bilal Çetin'in naklettiği bu "geç kahvaltı-öğle yemeği"nin şu mönüsüne bir bakın: Önce peynir, zeytin çeşitleri, salam, bal, reçel ve tereyağından oluşan kahvaltı tabağı. Çay-kahve ve portakal suyu. Kahvaltı tabağının hemen ardından omlet servisi ve sonra da köfte, şiş kebap ve pilavdan oluşan öğle yemeği ve çilek şanti... Herkese afiyet olsun ama sağlığa bu derece zararlı bir mönü kimin fikri acaba? Hem de tam bu zamanda; yani "kriz"in en ağır günlerinde. "Ankara'yı küçültme" operasyonuna hiç uygun düşmeyen bir mönü doğrusu! Ankara'nın niyeti 'kolesterol bombası'yla Türk medyasını ortadan kaldırmaktır mıdır nedir? Derviş, Türk medyasını "brunch"a davet eder de TBMM Başkanı geri kalır mı? MHP'li Ömer İzgi de -geleneklerimize daha uygun düştüğünü düşündüğünden olacak- Türk medyasını kahvaltıya çağırmış. Davetli gazeteciler "brunch"a katılanlardan daha geniş tutulmuş. Gazetelerdeki fotoğraflarda bu kez, bazı gazetelerin Ankara temsilcilerinin yanısıra bazı köşeyazarlarını da görüyoruz. Ben fazladan Emin Çölaşan ve Yavuz Donat'ı seçebildim. Davetli listesine hiçbir gazetede rastlamadığımdan, bu kahvaltının da "brunch" gibi sadece "bazı gazetelere" mi, yoksa olması gerektiği gibi ulusal nitelikte "her gazeteye" mi açık olduğunu çıkaramadım. Umarım ikinci tercih söz konusudur. Derviş'in "brunch"ında davetli "Ankara temsilcileri" o kadar sınırlı tutulmuş, "ötekiler" o kadar dışarıda bırakılmıştı ki (yani "ayrımcılık"), Fehmi Koru'nun bile davetli listesinde yer almadığını düşünerek itiraz etmiştik. Neyse, durum böyle değilmiş; Koru, davetli olduğunu ama bir televizyon programı nedeniyle "brunch"a katılamadığını söyledi de hiç değilse Yeni Şafak'ın "ötekiler" sınıfına girmediğini anlamış olduk... TBMM Başkanı'nın kahvaltı davetinin nedenini anlamış değilim. Kahvaltıda İzgi'nin yaptığı açıklamalara bir göz atınca, ortada bir nedenin olmadığı daha iyi anlaşılıyor. Başkan'ın açıklamaları hepimizin bildiği şeyler: TBMM'de "danışman" fazlalığı, milletvekillerinin aşırı "tedavi giderleri", "lojman sorunu", "kırmızı plaka sorunu", vesaire. Milletin ezberlediği bu sorunlardan bir kez daha söz etmek için Türk medyasını sabahın köründe kahvaltıya çağırmak tuhaf doğrusu... Dikkatle incelediğim "kahvaltı tutanağı"nda ilgimi çeken sadece iki husus buldum. Bunlardan birincisi, TBMM Başkanı'nın eşi Aysel İzgi'nin eşinin beslenme alışkanlığına ilişkin yaptığı bir açıklama. Milliyet'te yer alan habere göre Bayan İzgi, "eşinin yağda yumurtayı çok sevdiğini, bazen bir oturuşta 20 yumurtayı kırıp yediğini" anlatmış. Siz söyleyin böyle bir şey olabilir mi? "Dezenformasyon" denilen şey bu olsa gerek; düşünebiliyor musunuz, tam 20 (yazıyla: yirmi) yumurta. Hem de, haşlanmış ya da rafadan filan değil tam "yağda 20 yumurta"! Bayan İzgi'nin bu açıklamasını da okuyunca kanaatim pekişti: Evet, Ankara'nın beslenme alışkanlığı bir an önce değişmelidir; Ankara masasından bu "kolesterol bombaları"nı bir an önce kaldırmalıdır... "Kahvaltı tutanağı"nda yer alan ve ilgimi çeken ikinci açıklamaya gelince: Bu açıklamayı bizzat TBMM Başkanı yapmış. Şöyle: "Bülent Bey deyip geçmeyin. Öyle hasta falan değil. Karşılıklı konuşun çok akıllı, algılaması müthiş ve zeki bir insan olduğunu göreceksiniz."(!) Ben şimdi bu açıklama üzerine ne söyleyebilirim? En iyisi hiçbir laf etmemek... En iyisi bu konuyu burada bırakalım ve havayı dağıtmak için ben size bu konuyla hiçbir ilgisi olmayan bir soru sorayım: Çok yumurta yemek insanı daha zeki yapar mı? İsterseniz size (yine konuyla hiçbir ilgisi olmayan) bir de hikaye anlatayım: Dün kulaktan kulağa yayılan bir hikayeye göre, bir "kurul"da bir bakan kendisinin sorumlu olduğu bir kesimin bir bankadan aldığı kredilerin geri dönüşünün ertelenmesini istemiş. "Kurul"da bulunan bir başka bakan da bu isteğe itiraz ederek "Siz ne yapıyorsunuz? Bu işlemin maliyetinin ne kadar olduğunu biliyor musunuz?" diye sormuş. Önceki bakanın cevabı "Para önemli değil, bizim için önemli olan prensiplerdir" demiş. Bunun üzerine ikinci bakan "Böyle açıklama olur mu? Siz ne dediğinizi biliyor musunuz?" diyerek karşılık vermiş. Tam o sırada birinci bakanın yakını bir başka bakan söze karışmış: "Benim bakanımla böyle konuşamazsınız!" Bunun da üzerine ikinci bakan ağır ağır önündeki dosyaları toparlamaya (dikkat eden "kurul"u terketmeye hazırlanıyor!) başlamış. Başlamış ama "kurul"un en kıdemli bakanı oralı bile değilmiş. Bunun üzerine genç bir bakan en kıdemliyi şöyle uyarmış: "Aman en kıdemli bakanım, bir şeyler yapın, görüyorsunuz gidiyor!" "Algılaması müthiş olmayan" en kıdemli bakan durumu nihayet farkedip "Nasıl kim gidiyor?" Lütfen, lütfen oturun!" demiş. Demiş de birinci bakan öyle oturmuş...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |