T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Harvard'dan Türkiye araştırmaları-1

Bilgi, güçtür. Bilgiye hakim olanlar, dünyaya da hakim olurlar. Avrupalılar'ın ve Amerikalılar'ın handiyse tüm dünyada kullanılan kavramları, kurumları icat etmiş olmalarının temel nedeni, bilgi'yi önemsemeleri, bilgiye hakettiği ilgiyi göstermeleridir.

Yaklaşık beş yüz yüldan bu yana dünya tarihini yapanlar ve yazanlar Batılılar oldu. O yüzden şu an dünyada yaşayan; kavramlarını, kodlarını ve kurumlarını yenileyebilen ve yeniden icat edebilen tek kültür Batı kültürüdür. Batı kültürünün dışındaki kültürlere mensup toplumlar, kendi tarihlerini, kendi hikayelerini yazabilecek, hatta anlayabilecek ve anlamlandırabilecek durumda bile değiller. Yapabildikleri tek şey, Batılıların yaptıkları ve yazdıkları tarihte yaşama, varolma mücadelesi vermekten ibaret yalnızca.

Burada Batı kültürünü, Batı uygarlığını kutsuyor filan değilim. Sadece bir saptama yapıyorum. Elbette ki Batılıların yaptıkları ve yazdıkları tarihin, hem kendileri, hem de dünya için ne anlam ifade ettiği, dünyamızı nereye kadar yaşanılır, insanca bir dünya haline getirdiği sorusu hiç de gözardı edilecek cinsten bir soru değil. Kaldı ki, bu tür soruları herkesten önce Batılı aydınlar, yazarlar, düşünürler soruyor ve üzerinde kafa yoruyorlar zaten.

Bizim bu tür sorular sormamız elbette ki gerekiyor. Ama ortaya dişe dokunur hiçbir şey koymadan salt bu tür sorularla uğraşmak, son derece yanıltıcı ve de yanlıştır. "Kaçak güreşmek"tir. "Kaybetme"nin verdiği bir reaksiyon psikolojisidir.

Oysa ortada bütün insanlığın hattı harekatını, zihin ve davranış kalıplarını, yönünü, geleceğini belirlemeye devam eden devasa bir birikim var. O halde, öncelikli olarak yapılması gereken şey, bu birikimi oturup kesbetmek, hazmetmek, anlamlandırmak; sonra da bu birikimi mümkünse aşabilecek bir çaba ortaya koymanın yollarını, imkanlarını araştırmaktır.

Böylesi bir çabadan işe yarar bir sonucun elde edilebilmesi için, elbette ki, mevcut bilgi ve birikimi içselleştirecek, dönüştürecek bir perspektife, muhkem bir referans çerçevesine sahip olmak kaçınılmazdır. Aksi takdirde, ilişkiye geçilen bilgi ve birikimi, bırakınız içselleştirerek dönüştürebilmeyi, anlayabilmek ve anlamlandırabilmek bile imkansız olabilir.

Bugün müslüman toplumlar, hem bu birikimin farkında değiller, hem de bu birikimden maksimum ölçüde yararlanabilmeyi mümkün kılabilecek kendilerine özgü referans çerçevelerini de; kendilerine, kendi kültürlerine duydukları özgüveni de yitirmiş durumdalar. Yapılan iki şey var: Körü-körüne Batı hayranı olanlar, kendilerine özgü bir referans çerçevesinden yoksun oldukları için Batı'da üretilen her şeyi hem de içini boşaltarak tepe tepe tüketmekten başka bir şey yapamıyorlar. Bunlara "et oburlular" diyebiliriz. Öte yandan körü-körüne Batı-düşmanı olanlarsa, Batı'ya karşı reaksiyoner tavırlar ve söylemler geliştirmekle meşguller. Bunlara ise "ot-oburlular" diyebiliriz.

Oysa dün, vaziyet hiç de böyle değildi. Müslümanlar, İslam'ın doğuşunun ilk yüzyılından itibaren o zaman dünyada mevcut olan Bizans, Pers, Hint ve Yunan-İskenderiye uygarlıklarıyla ve kültürleriyle aktif bir ilişki kurmayı, hatta zengin bir birikime sahip olan Çin'e kadar uzanmayı başarmışlardı. Beytü'l-Hikme, 150 yıl süren bir çeviri faaliyeti gerçekleştirmişti. İslam dünyasında çok sayıda "çeviri ekolü" ortaya çıkmıştı. Sonuçta, kendilerinden önceki tüm bilgi birikimine hakim olmayı başaran müslümanlar, temasa geçtikleri kültürlerin birikimlerini kendilerine malederek özgün bir kültür, sanat ve düşünce tasavvuru ve tahayyülü geliştirmişlerdi.

Dün, müslümanların yaptığı şeyi bugün Batılılar yapıyor. Mevcut tüm kültürlerle ve birikimlerle ilişkiye geçerek, bu kültürleri ve birikimleri kendilerine malediyorlar. Batılılar, bu birikim ve güce, doğuştan sahip değillerdi elbette ki. Batılıları bu noktaya, yüzyıllar süren savaşlar, keşifler, temaslar ve arayışlar getirmiştir. Örneğin modern Batı'nın icadı, Rönesans ve Reformasyon çağlarından itibaren yaklaşık 1500 yıl önceki antik Yunan düşüncesinin ve kültürünün (müslümanlar aracılığıyla) yeniden-icadıyla mümkün olmuş bir şeydir.

Uygarlıklar ve düşünce tarihine baktığımızda, bir kültürün canlanmasını mümkün kılan ilk şeyin, mevcut diğer kültürlerle temas kurmak olduğunu görüyoruz. Ancak bu temas'tan sonradır ki, diğer kültürlerle yüzleşebilmek, hesaplaşabilmek, uzun soluklu bir anlama ve anlamlandırma çabasına soyunabilmek ve bu kültürleri aşabilmenin yollarını icat edebilmek imkan dahiline girebilir.

Tüm bunları, ABD'de Harvard Üniversitesi'nde 24 yıldır yayımlanan Türkiye Araştırmaları Dergisi Journal of Turkish Studies'e sözü getirebilmek için yazdım. Yılda iki kez ve ağırlıklı olarak Türkçe yayımlanan dergide kültürümüzün haritası çıkarılıyor; araştırılmadık, keşfedilmedik, gün ışığına çıkarılmadık konu bırakılmıyor.

Türkiye'de böyle bir dergi yok. Ucuzculuğun, kolaycılığın, hazırlopçuluğun en çok prim yapan şey olduğu bir ülkede böylesi bir şeyin gerçekleştirilmesi elbette ki, mümkün değil. Bu derginin bütün kütüphanelerimizde bulunması zorunlu hale getirilmeli, diye düşünüyorum. Elimde derginin son iki sayısı var. Bu sayılardan sonraki yazıda ayrıntılı olarak sözedeceğim. Ama şimdiden tek başına bir kurum gibi çalışan ve gerçek bir alim olan derginin editörü Şinasi Tekin üstadımızı yürekten tebrik ediyor ve derginin Türkiye distribütörü Sinan Aktaş'ın telefonunu veriyorum: 0212-213 53 75 / 76.


18 Nisan 2001
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED