![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
TevbeHer akşam içiyor, içtiğine kahrediyor, lakin bu kötü alışkanlığı bir türlü terkedemiyordu. Adı "sarhoş"a çıkmıştı. "Niçin içiyorsun? Bak, hem kendine, hem işine, hem de ailene zarar veriyorsun, bırak şunu" diyenlere yarı yumuk gözleriyle bir süre bakıyor, sonra niçin içtiğini uzun uzun anlatıyordu. İşte, bildiğiniz "sarhoş muhabbeti".. Bir sürü mazeret, ilgili-ilgisiz bir sürü laf. Kâh arkadaş kurbanı olduğu, dost kazığı yediğini öne sürüyor; kâh ailesini suçluyor, bazan da düzene küfrediyordu. Aslında bu alışkanlığı besleyip büyütecek dişe dokunur bir sebep yoktu ortada. Bir yerden başlamıştı işte. Çoğu kimse sigaraya nasıl başladığını hatırlayamaz bile. Gündüz işinde-gücünde idi. Akşam üzeri, üzerine o bildik tedirginlik abanıyor, soluğu meyhanede alıyordu. Gece yarısından sonra sallana sallana eve gidiyor, yolunu gözlemekten yorulmuş ev halkını ayaklandırıyordu. Her gece münakaşa, patırtı. Her gece bir sarhoş kavgası. Komşuları da bıktırmıştı. Kaç kez kendine söz vermiş, kaç kere tevbe etmişti. İçmeyecekti. Lakin sen gel bu tevbeye akşam üzeri üzerine çullanan tutkuya, o kıllı ifrite anlat. Okumuş adamdı, az-çok dinden diyanetten haberi vardı. Bütün günahları affeden mağfiret sahibi yüce Allah Kur'ân-ı Kerim'de tevbeleri kabul ettiğini belirtiyor, tevbe kapısını sürekli açık tutuyordu. Hz. Peygamber bir hadisinde "Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder yerinize günah işleyip daha sonra O'ndan af dileyen (tevbe eden) bir kavim getirirdi" diyordu. Az ya da çok hata etmek insanî bir zaaf; af ve merhamet ise ilahî bir lütuftu. Evet, kendisi bir günahkârdı. Günah denizinde yüzüyordu, ama kurtuluş........ Kurtuluşa da inanıyordu. Bu inançla kaç kez mescide varmış; kaç kez bir tanıdık görür de "Ulan bu sarhoş ne arıyor buralarda" der diye utancından geri dönmüştü. Kendini pis, ruhunu kirli hissediyor, bu halde mescide girmeyi uygun bulmuyordu. Sonunda hamama gidip uzun uzun yıkanmayı, boy abdesti almayı ve kimselerin olmadığı saatlerde mescide gitmeyi düşündü. Dökündüğü sulara karışan gözyaşları tevbenin delili olacak mıydı? "Bir umut" dedi içinden "bir umut"... Dedi ve o beliri tenha saatlerde mescidin yolunu tuttu. Tuttu ama, herşey öyle birden bire değişmiyordu. Hatta değişen hiçbirşey olmadı. Yine akşama doğru işinden çıkıp meyhaneye damlıyor, yine ancak yarıgecelerde eve varabiliyordu. Ancak hamamdan, yıkanmaktan, sürekli abdest almaktan ve belli saatlerde mescide gidip Cenab-ı Hakka yalvarmaktan da vazgeçmiyordu. Allah'ın kendisine tevbeyi lutf ve nasib etmesini bekliyor: "İlahî bana samimî ve hakikî bir tevbe nasib et" diye boyun büküp gözyaşı döküyordu. Kaç gün, kaç yıl... Gözleri kıble duvarında. Duvarın kaybolduğunu, ufukta müjdeli bir aydınlığın belirdiğini görünceye dek.
mkutlu@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|