![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
"Rençber Türk" kriterleriCumhuriyet'in ilk döneminin iktisat politikalarının ideologlarından Mustafa Şeref Bey, yaptığı bir konuşmada, yeni rejimin iktisadi hedefini, 'Rençber Türk'ün refaha kavuşturulması' olarak belirler. Kimdir peki 'Rençber Türk?' Mustafa Şeref Bey'e göre, ülkedeki tüm üretimin yükünü çeken, ama emeği mütegallibe tarafından sömürülen 'sessiz kişi' ve onun çoğaltılmış hali olan büyük çoğunluk. Mustafa Şeref Bey'in yaklaşımındaki 'Rençber Türk', herhangi bir etnik, sınıfsal ya da siyasal kavrama gönderme yapmıyor. Ülkenin mayası olan, adı konulmayan, her projenin nesnesi haline getirilen ama hiçbir zaman özne olmasına müsade edilmeyen ve özne olmaya dönük en ufak talebi 'ayaklar baş olmaya çalışıyor' denilerek püskürtülen 'kimsesizler'e gönderme yapıyor. 'Cumhuriyet, bilhassa kimsesizlerin kimsesidir,' sözünü Anadolu'ya perdesiz ve protokolsüz ulaştıran hangi ruh hali ise, onun kesintisiz ve her an taze oluşunu ifade ediyor. Cumhuriyet'in, ilk kurulduğu günlerde, 128 milyon liralık bütçesine rağmen, kendine duyduğu özgüveni temsil eden şey, 'Rençber Türk' adına hareket ediyor olmanın getirdiği meşruiyet ve bunun Anadolu tarafından kavranmış olmasıydı. Kağıt üstünde varolan 128 milyon liralık bütçeyle, düveli muazzama'ya karşı bir 'siyasi varlık' olarak kendini varetmenin dayanağını teşkil eden şey, her projenin ve yönetim şemasının 'Rençber Türk'ü yeni rejimin ve dünyanın koşullarında güçlü bir zemin haline getirebilme kararlılığıydı. Bu kararlılığın, yerini, çok kısa bir zaman sonra şekilciliğe ve güvensiz ruh halinin getirdiği şematik inzibat mantığına terketmesi ile başlayan süreç ise, 'Rençber Türk'ün adına ve namına hareket etme iradesinin tatile çıkarıldığı, bunun yerine, 'Rençber Türk'ün nesneleş(tiril)me sürecinin devamlılığı anlamına gelen salon tartışmalarının egemenleştiği dönemdir. Cumhurbaşkanı Sezer'in yeni yıl mesajını dinlerken, çok uzun bir tarih aralığından sonra, 'Rençber Türk' adına söz söyleyen ve irade beyan eden bir siyasal duruşun yeniden yükselmeye başladığını gördüm. Ülkedeki bütün siyasi odakları ve aktörleri derin bir fay kırığı ile bölen tartışma konularının hepsine değindi Cumhurbaşkanı Sezer, ama bütün bunları değerlendirişinde, sembollerin ve şemaların 'insansızlaştırılmış', daha doğrusu 'Rençber Türk'ün varlığından ve emeğinin değerinden arındırılmış saflaşmalarından uzak bir yaklaşım vardı. Bunun, 'piyasa' ve 'devlet' ya da 'Kopenhag Kriterleri' ve 'Ankara Kriterleri' eksenlerinde bölünmüş siyasi odakların dışında, hakiki bir 'üçüncü siyasi hat' inşasının merkezi olduğu açıktır... Ekonomi yönetimi adına Türkiye'nin önüne konulan tablonun 'piyasa' ya da 'devlet' tartışmasını aşamayan ve bir türlü 'kamu'ya gelemeyerek boğulan bir tartışma olmanın ötesinde ne anlamı var 'sokak' için? Bu tartışmanın bütün kıvrımları 'salon'un iç iktidar mücadelelerinin merhaleleri olmaktan öte ne anlam ifade ediyor? 'Piyasa'nın öncülüğündeki 'küreselleşmeciliğin' ya da 'devlet'in öncülüğündeki 'ulusalcılığın' bugün itibariyle 'Rençber Türk'ün gündelik hayatına olumlu yönde temas eden bir getirisi var mı? Türkiye'nin yüzünü küresel süreçlere çevirmesi denilen şeyin 'Y takımı'ndaki işadamlarına belli ihaleleri kazandırmasının veya yüzünü ulusalcı süreçlere döndürmesi denilenin 'Z takımı'ndaki işadamlarına ihale avantajı sağlamanın ötesinde Anadolu'ya yansıyan neyi var? Hiçbir şeyi yok! Türkiye küreselleşme içinde ulusal varlığını nasıl gönendireceğini tartışmıyor, tartışamıyor. 'Piyasa'nın destekler göründüğü 'Kopenhag Kriterleri' de, 'devlet'in destekler göründüğü 'Ankara Kriterleri' de, son kertede, borsadaki paranın ağırlıkla yabancı sermayenin mi yoksa yerli sermayenin mi elinde olması gerektiğinde dikişlenecek kadar küçük bir tartışmadır. 'Ankara Kriterleri' namına görünürleşen uygulamalar da, 'Kopenhag Kriterleri' adına tutulan salon içi pozisyonlar da, 'Rençber Türk'ü gönendirecek bir 'stratejik ufuk'tan yoksun görünmektedir. Bu ülkede artık 'değişimciler' de en az 'statükocular' kadar 'salon'un diline gömülmüşlerdir. 'Sokağın' safında neredeyse hiçbir hareketlilik kalmamıştır. AB taraftarlığı da en az AB karşıtlığı kadar silikonlaşmıştır. Oysa Cumhurbaşkanı Sezer, AB'ye üyeliği bir toplumsal erek olarak belirlerken, açık biçimde 'kamu'nun ve 'sokağın' yanındadır. Göreve geldiği günden beri 'salon'un labirentlerinde dolaşmaktan uzak duran Cumhurbaşkanı, yaşayışındaki sadeliği, siyasi bakışına da yansıtarak en çarpıcı adımları atmaktadır. Cumhurbaşkanı Sezer'in her konuşmasında biraz daha belirginleşen hakiki 'üçüncü siyasi hat', ulusal varlığı koruma adına mutlaklaştırılan kriterlerin ve küreselleşme sürecinin dışına düşmeme adına izlenen stratejilerin birbirlerine karşı mevzilenmekten güç alan ve sadece 'salon'un dilinde bir anlam ifade etmekten ötesine ulaşamayan gidişatını önemsizleştiren bir pozisyondur. Bu nedenle Türkiye'nin önünü açacak bir tutumdur. Siyasi ve ekonomik rantlarını kaybetmemek için otoriterleşmeyi destekleyenlerin ve AB üyeliğine karşı çıkanların da, siyasi ve ekonomik rant mekanizmalarından dışlandıkları için demokrasi isteyenlerin ve AB taraftarlığı yapanların da dışında ve uzağında bir 'üçüncü siyasi hat'tır bu. Çünkü demokrasiyi de AB'ye girmenin bir toplumsal erek oluşunu da 'Rençber Türk'ün gönenci için istemektedir. Bu nedenle gerçek bir demokrasi kavrayışını, anlamlı bir Avrupa ve küreselleşme perspektifini temsil etmektedir...
ocelik@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|