YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den

  Arşivden Arama

 

 

İsrail: 28 Şubatçı dış politikanın sınırları...

İsrail, bugün sandığa gidiyor ve tüm bölge "İsrail seçim sandığı"nı kaygılı gözlerle izliyor. Çünkü, aşırı-sağ Likud lideri Ariel Sharon'un seçimleri kazanmasına mutlak gözle bakılıyor.

Sharon, parlak bir askerdi. Ancak, parlak askeri kariyeri kadar yakın tarihteki -başta Sabra-Şatila katliamı- kan banyolarına attığı imza ile de ün yaptı. Bir başka özelliği, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'de işgal altında tuttuğu Filistin topraklarındaki "Yahudi yerleşim merkezleri"nin başlıca mimarı olmasında. Sharon, Benyamin Netanyahu'nun Dışişleri Bakanı olarak "Oslo Barış Süreci"nin raydan çıkmasında da önemli pay sahibi idi. Son "sabıkası" 1999 Eylül sonunda işgalci edasıyla Haram-ı Şerif'e gitmesi ve "El-Aksa İntifadası"nın fitilini yakmış olması.

Böyle bir Sharon'un, kamuoyu yoklamalarında, Başbakanlık görevine Netanyahu'yu ağır bir hezimete uğratarak seçilmesinden sonraki iki buçuk yıl içinde inanılmaz bir siyasi beceriksizlik sergileyen Ehud Barak'ın 20 puan önünde girmesi neyle izah edilebilir?

Sharon'un ani yükselişi, esas olarak, İsrail toplumunun yapısından kaynaklanıyor. İsrail, bölünmüş bir toplum. Yüzde 50'lik bir bölümü, "En iyi Arap, ölü Arap'tır" (yani Filistinli'dir) zihniyetinin kıskacındadır. Ayrıca, İsrail, "belleksiz toplum"un ta kendisidir. Nereden baksanız, nüfusunun yüzde 20'si Rusya (daha az ölçülerde Belarus ve Ukrayna) kökenli ve son birkaç yıl içinde İsrail'e yerleşmiş Yahudilerden oluşuyor. Totaliter rejimlerde büyüyüp yaşadıktan sonra gelip İsrail devletine ve işgal altındaki topraklara yerleşen koca bir kitlenin, Ortadoğu sorununun tecrübesine ilişkin hiçbir "siyasi kültür"ü yoktur. Rus Yahudileri'nin liderleri Natan Sharansky ve en aşırı tutumuyla tanınan Avigdor Lieberman, bugün Sharon'un yanında saf tutmuş durumdalar. Zaten, Barak'ın, "Barış Süreci"nde daha da öteye atması gereken "gerekli adım"ı bir türlü atamaması, İsrail'in bu yeni sakinlerindeki ve İsrail politikasında hatırı sayılır bir yer tutan "irticacı" dini kesimlerin tepkisi yüzünden gerçekleşmemiştir.

Yasir Arafat, Barak'ın o çok önemsenen ve Filistin taleplerinin hayli gerisinde kalan "tavizleri"ni kabul edip "barış anlaşması"nı imzalasa bile, kendisini Oslo ile bağlı addetmediğini açıkça ilan eden Sharon'un şiddetli muhalefetinin etkisinin arttığı bir İsrail ile bir "nihai barış"a ulaşamayacaklarının farkındaydı. O yüzden, İsrail toplumu kafasını "kayaya vurana dek" bir barışa ulaşılamayacağının bilinciyle, Barak'a "kurtarıcı eli"ni uzatmadı ve tarihe "hain" ya da en hafifinden "korkak bir uzlaşmacı" olarak geçmekten kendisini sakındı.

Sharon'un İsrail Başbakanlığı'na seçilmesi halinde, görünür bir gelecekte, olacak olan şudur:

1. İsrail iç politikasında "istikrarsızlık" ve artan bir "kutuplaşma" döneminin başlaması;

2. Filistin İntifadası'nın devamı ve hatta tırmanışa geçmesi;

3. Bölgesel gerilimin artması;

4. İsrail'in uluslararası profilinin zedelenmesi ve hatta İsrail'in "tecrit"i;

5. Amerika'nın yeni Cumhuriyetçi yönetiminin İsrail ile ilişkilerine daha önceki döneme oranla daha fazla mesafe koyması.

İşte bu nedenlerden ötürü, İsrail'de Sharon dönemine çok fazla ömür biçilmiyor. Görkemli biçimde işbaşına gelen Barak'ın ömrü bile iki buçuk yıl sürebildi.

Tüm bu olgular nedeniyle Barak, yerini son dakikada Sharon karşısında çok daha şanslı olan Şimon Peres'e terketmedi. Eğer, bugünkü seçimlere katılma oranı yüzde 50'nin altında kalır ve Sharon Barak'a ancak yüzde 8-9'luk bir üstünlük sağlarsa; Sharon'un mukadder çuvallamasından, İsrail toplumunun kafasını "Filistin kayası"na daha şiddetle çarpmasından sonra; Barak'a güçlü bir geri dönüş imkanı doğabilecek. Aksi her sonuçta, İşçi Partisi de allak bullak olacak.

Bütün bu muhtemel gelişmeler, elbette ki, Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor ve Türkiye'nin yakın geleceğini etkileyecek. Çünkü, son aylarda bölge politikasında yapılmaya çalışılan tüm "rötuşlar"a rağmen, Türkiye, 28 Şubat dış politikasının en belli başlı göstergelerinden biri olarak, İsrail ile "stratejik eksen" içinde görülüyor.

Sharon'un İsrail'i ile Türkiye'nin "stratejik eksen"i korumaya kalkışması, "stratejik tecrit"e götürür. Arafat ile yakın ilişki ayakta tutulamaz. Ortadoğu'nun "temel güçleri" arasında adı konmamış rekabet ve çekişmede, İran ve Mısır'ın gerisine düşülür. Amerika-Türkiye-İsrail üçlü konfigürasyonu eskisi gibi işleyemez.

Ankara'nın, İsrail'de Sharon iktidarı ihtimali karşısında tadı kaçmış gözüküyor. Batı dünyasında yolunu kaybetmekte olan Türkiye'nin, Ortadoğu'da da pusulayı şaşırması söz konusu. Şimdilik, içi boş "barış temennileri" ifade eden açıklamalar yayımlamaktan başka çaresi yok.

28 Şubat dış politikası ile buraya kadar...


6 ŞUBAT 2001


Kağıda basmak için tıklayın.

Cengiz Çandar

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...