![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Susurluk'tan Silopi'yeSusurluk davasında kabak, "ayak takımı"nın başına patladı. Kimse gücenmesin ama bu böyle. Aslında çok vahim bir "rejim sorunu" sayılması gereken ve ülkenin onca vakit bir numaralı gündem maddesi olan Susurluk, bunca soruşturma, tartışma ve duruşmadan sonra biri Emniyetçi, diğeri bir MİT görevlisi iki kişinin 6'şar yıl hapis cezasına ve çoğunluğu polis memuru olan 12 kişinin ise 4'er yıl hapis cezasına çarptırılmasıyla sonuçlanırsa, bundan öteye söylenecek bir şey yok demektir. "Devlet cihazı içinde" gerçekleştirilmiş bir "yasa dışı faaliyet" ve "suç işlenmesi", nisbeten alt düzeyde devlet memurlarının başına yıkılırsa, hiç kimseyi "adaletin tecelli ettiğine" inandıramazsınız. Çünkü, devletin içinde gerçekleştirilen örgütlenmenin -bir diğer adıyla "çeteleşme"nin- ve işlenen "suç"un hiyerarşik olması gerekir. Gerçek suçluları elde edebilmek ve "suç"u tüm boyutlarıyla ortaya çıkarabilmek için mutlaka İbrahim Şahin ve emekli Yarbay Korkut Eken'in üzerine doğru tırmanmalısınız. Bunu yapmadığınız takdirde, hem "adalet yerine gelmemiş" olur, hem de "devlet kavramı"nı aşındırırsınız. Zaten, Korkut Eken ve İbrahim Şahin, kendilerinin "devlet tarafından satıldıkları"nı, en hafifinden yalnız bırakıldıklarını düşünüyorlar ve bunu bir biçimde de ifade ediyorlar zaten. Doğrudur. Öyle olmuştur. "Devlet", suç işlettiği memurlarını terketmiş ve "suçlu" olarak cezaya çarptırmıştır. Peki, bunların "suça yönelik" faaliyetlerinin "düğmesine kim basmıştır"? İbrahim Şahin ve Korkut Eken ile diğer 12 kişi, kendi kafalarından devlet içinde bir "çete" oluşturmaya mı kalkmışlardır? Sanki yaptıkları, devletten "özerk" bir faaliyet miydi? Susurluk, bu 14 kişiden oluşan bir hadise miydi? Buna kimseyi inandıramazsınız. Güneydoğu'da ve İstanbul'da işlenen "faili meçhul cinayetler"in Susurluk ile hiç mi ilgisi yoktu? Bu "cinayetler", söz konusu 14 kişinin mi eseriydi? Önceki gün görece ağır hapis cezalarına çarptırılan kişiler nereden, kimden, hangi düzeyde talimat almışlardır? Bir "politika"nın "karar vericisi" miydiler; yoksa "uygulayıcısı" mı? Tabii ki, uygulayıcısıydılar. Peki, "karar verici" nerede? "Karar verici"yi ortaya çıkartıp cezalandırmazsanız, Susurluk'un ve 'Susurluk'ların tekrarına yolu açık tutuyorsunuz demektir. Nitekim de öyle olmuştur. Öyle olmasaydı, 2001 yılının Ocak ayının 22'sinde, şunun şurasında üç hafta önce HADEP'in Silopi İlçe Başkanı ve İlçe Sekreteri, sırra kadem basarlar mıydı? Aradan üç hafta geçti, izlerine rastlanmadı. Haklarında bilinen, Silopi Jandarma Komutanlığı'na gittikleri ve ondan sonra onları bir daha gören olmadığı. Bir bilinen husus daha; Silopi Jandarma Komutanı'nın, kendilerine Silopi'de HADEP örgütlenmesine izin vermeyeceğini daha önce bildirmiş olması. Türkiye, Silopi'deki kayıp HADEP'liler nedeniyle yoğun uluslararası baskı altına girmeye başladı. Birleşmiş Milletler'den Avrupa Birliği'ne uzanan bir hatta, Silopi'nin hesabı soruluyor. Daha dün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ankara'dan bu konuda bilgi istedi. Başbakan aciz. Boşuna Ankara'daki "iktidar boşluğu"ndan söz etmiyoruz. Bilmiyor, o "bilgi"ye ulaşabilecek bir "otorite"ye sahip değil ki, bilgi verebilsin. Susurluk'un üzerini örtmeye kalkarsanız, 'Silopi'leri üretirsiniz. Susurluk'un üstü örtülmek istendiği için, 28 Şubat ve sonrasında Genelkurmay bünyesinden "andıçlar" üretildi. Sorumluları, sorumluluk mevkilerinden uzaklaştırılmaları ve Cumhurbaşkanlığı'na kendilerini götürecek yolun kapatılmasının ötesinde herhangi bir cezaya çarptırılmadı. Susurluk'un "gerçek sorumluları" cezalandırılmadıkça; "andıççılar" da hakkettikleri cezaya çarptırılmadan kalırlar. Susurluk, önemli bir "turnusol kağıdı"dır. Susurluk'un üzerine gitmeyenler, kendilerini cezalandırırlar. Öyle olmadı mı? Susurluk olayı patlak verdiği vakit, Başbakan Necmettin Erbakan idi. Susurluk konusunda kopan fırtınayı "fasa fiso" diye geçiştirmeye kalktı. "Demokrasi ve özgürlük bayrağı"nı eline almayı deneseydi, belki 28 Şubat'ı önleyebilir, kendi "siyasi ömrü"nü uzatabilirdi. Öyle yapmadı. Sonuç, "tecrit edilerek" iktidardan süpürüldü ve hâlâ kendine gelemedi. Susurluk, ironik biçimde, "devletin temizlenmesi"nin değil, daha da "askerileştirilmesi"nin kurdelasını kesti. Susurluk; gitti, 28 Şubat'la buluştu. Devlet, saydamlaşacağına karartıldı. "Andıçlar" vasıtasıyla toplumun üzerine "karartma günleri" çökertildi. Toplumdan gizlenen ve denetiminden çıkartılan devlet, bu sayede, bir "yolsuzluk üretme cihazı" halini aldı. Özelleştirme adlı soygunlar ve banka devirleri ve hortumlamalarının doğum tarihlerine bakın, görürsünüz. Susurluk dosyası ciddi biçimde açılmadıkça, bugünün "yolsuzluk soruşturmaları"nın da yarı yolda kalmasının ya da saptırılmasının ihtimali mevcuttur. Susurluk dosyası ciddi biçimde açılmadıkça, adı değişir, Silopi olur!
ccandar@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|